23 Kasım 2007 Cuma

Seksin Kaynağı Beyin

Cinsel gereksinim, beynin hangi bölgelerinden kaynaklanıyor? Bilim adamları bu sorunun yanıtını bulabilmek amacıyla erotik bir film seyreden erkeklerin beyinlerindeki etkileri, herhangi bir heyecan uyandırmayan bir film ve komik bir film izleyen kişilerin beyinsel faaliyetleriyle karşılaştırdılar.

Araştırma sonunda erotik filmin yarattığı heyecanın, beynin belli bölgelerini harekete geçirdiği saptandı. Bu duygunun, kanlarında testosteron miktarının yüksek olduğu erkeklerde bu bölgeleri daha çok etkinleştirdiği belirlendi. Kadınlarda cinsel dürtülerin ne şekilde harekete geçtiği konusu ise, ne yazık ki şu aşamada bilim adamlarını pek ilgilendirmiyor.

Gerçekte, insan cinselliği kültürel, sosyal ve psikolojik boyutları olan oldukça karmaşık bir konu. Ayrıca cinsel etkinlik, bilim adamlarının tanımlamaya çalıştıkları bir dizi nörolojik mekanizmayla da yakından ilgili. Öte yandan cinsel dürtü ise dış uyarılar, anılar ve fantazilerle örülü bir kavram. Bu değişik uyarılar içerisinde görsel unsurların yanısıra koku da çok önemli bir yere sahip.

Bilim adamları kokuların cinsel davranışlar üzerinde büyük etkisi olduğunu belirtiyorlar. Örneğin, aybaşında olan kadınların terini koklayan hemcinslerinin regl günlerinin değişikliğe uğradığı saptandı. Indiana Üniversitesi'nden (ABD) araştırmacılar ise "taze eğreltiotu" kokusu içeren parfümlerin cinsel fanteziler üretmeleri istenen kadınlara koklatıldığında, deneklerin cinsel açıdan uyarıldıklarını ortaya koydu.

Beyin, tüm bu görme, koklama ve dokunmadan kaynaklanan dürtüleri algılayarak hipotalamusa iletiyor. Üçüncü ventrikülün karmaşık bir yapısı olan hipotalamus, insanoğlunun cinsel işlevlerini yönlendiriyor. Bu bölüm hasara uğradığında ya da çıkarıldığında cinsel faaliyetler olanaksız hale geliyor. Ancak cinsel arzular varolmayı sürdürüyor.

Fransız bilim adamı Jean-Didier Vincent, hipotalamusta bulunan preoptik mediyan bölgenin cinsel davranışları harekete geçirdiğini belirtiyor. Nitekim hadım erkek fareler üzerinde yapılan bir araştırma, cinsel arzuların ve buna bağlı olarak aktivitelerin azalmasının bu bölgede elektriksel aktiviteyi de azalttığını ortaya koydu. Ancak buraya biraz testosteron enjekte edildiğinde hayvanın cinsel fonksiyonları yeniden canlanıyor.

Öte yandan, preoptik mediyan bölgenin yanından yer alan ventromediyan çekirdek, ereksiyonda ve kadınların cinsel davranışlarında önemli bir rol oynuyor. Hadım farelerin ventromediyan çekirdeğine kadın hormonları aşılandığında hayvanların dişi fareler gibi davrandıkları belirlendi.

Peki, fareler için geçerli olan insanlar için de geçerli mi? Bu konuda yalnızca, preoptik mediyan bölge hasara uğradığında cinsel arzu ve davranışların da yokolduğu biliniyor. Bu bulgular ışığında, eskiden cinsel suçlar işlemiş olanlar preoptikmediyan bölgeye müdahale suretiyle "tedavi ediliyordu". Günümüzde ise, testosteronun beyin üzerindeki etkisini bloke eden "kimya yoluyla hadım etme" yöntemi uygulanıyor.

Cinsel işlevleri kontrol eden sinir merkezlerindeki nöronlar, aralarında haz molekülü olan dopaminin de bulunduğu pek çok nörolojik unsurdan yararlanıyorlar.

Preoptik mediyan bölgeye salgılanan dopamin miktarına göre birçok sinir reseptörü harekete geçiyor. Böylece cinsel etkinlikten önce az oranda dopamin salgılandığında ereksiyon meydana gelirken boşalma gecikiyor; bu miktar fazla olduğunda ise boşalmaya yol açıyor, ereksiyonu ise engelliyor.

Beyin cinsel faaliyetleri düzenlerken belden aşağıda neler oluyor? Bilim adamlarının araştırmalarına göre, ereksiyonda parasempatik sinirler ve sempatik sinirler gibi iki tür sinir rol oynuyor.

Parasempatik sinirler, enerjinin depolanmasını, cinsel etkinliklerin yoğun olmadığı dönemlerde organizmanın işlevlerini aynen korumasını sağlarken, sempatik sinirler ise bedenin, stres gibi dış etkenlere uyum sağlamasına katkıda bulunuyorlar. Parasempatik sinirler ereksiyona yolaçarken sempatik sinirler ise boşalmayı sağlıyorlar. Birbiriyle sürekli etkileşim halinde olan bu iki sistem merkezi sinir sistemiyle iletişim kuruyor.

Bu arada, parasempatik sinirler kesildiğinde ereksiyonun tamamen kaybolmadığını saptayan araştırmacılar, normal yol yıkıma uğradığında bu konuda ikinci bir faktörün devreye girdiği düşüncesinden yola çıkarak bu seçeneği bulmaya çalışıyorlar.

Bilim dünyasındaki tüm araştırmalar, iktidarsızlığı önlemeye yönelik tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine yardımcı olacak. Bilim adamları, dopamin, oktosin ve noradrenalin gibi nörotransmiterlerin salgısının ruhsal bunalımlar sırasında azalmasını önleyecek yöntemleri araştırırken bazıları da, deri altına pompa yerleştirilmesi gibi uygulamalarla bu salgıların miktarını ayarlamaya çalışıyorlar.

Ancak gelecekte cinsel bozuklukların, özellikle gen terapisi yoluyla tedavi edilmesinin gündeme geleceği belirtiliyor. Bu tedavinin cinsel etkinliklerde etkin olan ancak yaşlılık ya da şeker hastalığı nedeniyle bozulan hücreler arasındaki iletişimi kolaylaştırabileceği düşünülüyor.

Uyaran Parfümler

Bazı kadın parfümlerinde kullanılan sentetik pheromone maddesinin erkeklerin ilgisini daha da artırdığı ve ilişkiyi etkilediği saptandı. Araştırmacılar, sentetik pheromone (havayla birleşince uyarıcı etki yaratan kimyasal bir madde) içeren parfüm kullanan kadınlarla erkeklerin daha çok birlikte olduğunu, parfümün uyarıcı ve büyüleyici çekiciliğinin, öpüşme ve ilişkiyi etkilediğini belirledi. Uzmanlar sentetik pheromonenin, seks mıknatısı olduğunu ve kadının seks cazibesini artırdığını belirtiyor.

San Francisco State Üniversitesi'nde yapılan araştırmada, pheromone bulunan normal parfüm kullanan kadınların, içinde pheromone bulunmayan parfüm kullanan kadınlara göre erkeğin daha fazla ilgisini çektiği saptandı. Phoromone bulunan parfüm kullanan kadınların %74'ü, erkeğin ilişkisinin üç kat veya daha fazla artmasını körüklerden, pheromone bulunmayan parfüm kullanan kadınların %23'ünde aynı oran belirlendi.

Pheromone bulunan parfüm kullanan kadınların, erkeğe cinsel açıdandaha çekici geldiği, pheromonenin kokusunun değil güçlü kimyasal etkisinin erkekte seks arzusu yarattığı düşünülüyor. Pheromone bulunan parfüm kullanan kadınların, erkek arkadaşları veya eşleriyle öpüşme, romantik yaklaşma ve okşanma oranının haftada birden 6'ya, sevişme sayısının da birden 4'e çıktığı belirlendi.

Ülkelere Göre Fanteziler

Romantik kitaplar yayımlayan Harlequin Yayınevi'nin yaptırdığı ankete göre, insanların dörtte üçü erotik fantezileri olduğunu söylüyor. Ne var ki bunların yarısından azı bu fantezileri hayata geçirebiliyor.

5,484 evli ya da bekâr erkek ve kadının katıldığı ankete göre en çok cinsel fantezisi olanlar Arjantin ve Şili'den. Bu iki ülkede ankete katılanlardan %95'i fantezileri olduğunu söylüyor. Halkın sadece %50'sinin erotik hayaller kurduğu Japonya ise araştırmanın yapıldığı ülkeler arasında sonuncu geldi.

Ankete katılanlardan üçte biri, eşleri ya da sevgililerine ilişkin fantezileri olduğunu söylerken, Danimarka kadınları bu konuda en sadık olanlar. Danimarka kadınlarının düşlerinde %58'i kendi erkeklerini görüyor. Buna karşın Arjantinlilerin yalnızca %15'inin fantezilerinde eşleri ya da sevgilileri başrolde yer alıyor. %85'inde ise bir başkası.

Ankete göre, Yunan erkeklerinin %28'i iş arkadaşlarını cinsel fantezilerine konu alırken, Fransızların yalnızca %4'ü iş arkadaşlarını cinsel arkadaş olarak hayal ediyor.

Dünya çapında her 4 kişiden biri oyuncularla yatağa girdiklerinin hayalini kurarlarken; müzisyenler, modeller ve atletler de popüler seks sembolleri olarak fantezilere konu oluyor.

Cinsel Çekicilik

Çeşitli araştırmalar, her türden duygusal uyarımın, cinsel çekime ve aşka yol açabildiğini göstermiştir. Birlikte coşkulu, eğlenceli, tehlikeli ya da ürkütücü deneyler yaşayan insanların sonunda birbirlerine çekildikleri ya da aşık oldukları sık sık rastlanan bir gelişmedir.

Çoğunlukla iki insan arasındaki cinsel çekim, başlangıçta görsel olur. Süslenmeye ve giyime verilen bunca önemin başlıca nedeni bu görsellik boyutunda yatmaktadır.

Ellen Berscheid'in yaptığı araştırmalar, insanların genellikle cinsel çekicilikleri kendilerine yakın olan kimselere ilgi duyduğunu, onlara çekildiğini ortaya koymuştur. Berscheid, incelediği gruptaki insanlara, karşı cinsten kişilere ait resimler gösterip hangileriyle tanışmak istediklerini sormuştur. Öyle pek güzel olmayanlardan yalnızca bir veya ikisi, bariz güzel olan kişilerin resmini seçmiştir. Büyük çoğunluk ise reddedilmek veya başaramamak korkusu ve kendileriyle aynı düzeyde çekiciliği olan biriyle daha rahat olacakları düşüncesiyle bundan kaçınmıştır. Denenen grup içindeki insanlar, seçim yaparken akılcı ve pratik kaygılarla hareket etmeyi tercih etmişlerdir.

Bir takım araştırmalar, kadın ve erkek arasında cinsel çekim açısından bazı farklılıklar bulunduğunu ortaya koymuştur. Kadınların genellikle fiziksel görünüme erkeklerden daha az önem verdiği, bunun aksine yakınlık, içtenlik ve hoş sohbetlik gibi nitelikleri aradıkları belirlenmiştir.

Kaliforniya Üniversitesi öğrencileri arasında yapılan bir araştırma, erkeklerin kadınlarda en fazla aradığı dört niteliğin sırasıyla; fiziksel çekicilik, erotizm, sevecenlik ve hoş sohbetlik olduğunu, kadınlarınsa en fazla başarı, liderlik ve mesleksel ve ekonomik başarı aradıklarını ortaya çıkarmıştır.

Ele alınan gruptaki kadınların yüksek öğrenimli ve genç olmaları, karakterden çok başarı faktörüne ağırlık vermelerine yol açmıştır. Oysa daha yaşlı ve güvenli kadınlar için kişilik her şeyden önde gelmektedir. Ancak ne olursa olsun, kadınların niteliksel özelliklere önem verdiği ve dış görünümden erkekler kadar etkilenmediği genel bir kuraldır.

İllinois Üniversitesi'nin psikoloji bölümünce yürütülen bir araştırmaya göre, iri göğüslü kadınların daha çok dışa dönük, sportmen, sigara tiryakisi ve çapkın erkeklerin hoşuna gittiği anlaşılmıştır. Kadının yüz hatları arasında da erkeğe en çekici gelenleri, erkeğin yüz hatlarından en belirgin şekilde ayrılanlardır. Bunların başında kadının dolgun dudakları, yumuşak teni, tüysüzlüğü ve ince kaşları gelir.

İlginç bir araştırmada erkeklere aynı kadının iki fotoğrafı gösterilmiş ve birini seçmeleri istenmiştir. Büyük çoğunluğun seçtiği resmin, diğerinden tek farkı, kadının gözbebeklerinin biraz büyütülmüş olmasıdır. Gözbebeklerinin insanın baktığı şeyden coşkulandığı zaman büyüdüğü anımsanacak olursa, erkeklerin tercihinde şaşılacak bir yan olmadığı da anlaşılır.

Cinsel Tercihler

Birçok alanda yenilikler dönemi olan 1960'ların önemli gelişmelerinden biri de kadınla erkek rolleri arasındaki katı ayırımı yumuşatan "üniseks" veya "tek seks" kavramının ortaya çıkışıydı. Bu gelişmenin en çarpıcı görünümü, giyim alanındaydı. Genç erkek ve kadınlar, cinsel farkı ortadan kaldırırcasına aynı biçimde giyiniyorlardı. Hem erkek hem de kadınlarda blucinin moda oluşu bu döneme rastlar.Ama katı cinsel rol ayrımına karşı bu başkaldırma, gıyimin ve dış görünüşün ötesine geçerek davranışları da etkiliyordu.

Sadece erkekler saçlarını uzatmıyor, kadınlar da yemekte ve yolculukta kendi paralarını veriyorlardı. Birçok genç çift, aralarındaki sevgiden hiçbir şey eksilmeksizin, iki erkek veya iki kadın arkadaş gibi masraflarını ortaklaşa karşılıyor, yaşamın yüklerini birlikte ve eşit ölçüde yükleniyordu.

Buna bağlı olarak jestler de değişiyordu; artık bir kadının erkeğin sigarasını yaktığını görmek şaşırtıcı bir durum değildi. Bu, aynı dönemde gelişen cinsel özgürlük ve eşitlik hareketinin bir parçasıydı.Ama çok kesin cinsel rollerin çerçevesi içinde yetiştirilmiş kişileri de şaşırtmıyor değildi.

O yıllarda birçok psikiyatrist, kadın gibi davranmayı becerememekten üzülen ya da nasıl erkek olacaklarını bilemediklerini söyleyen birçok kadın ve erkeğin kendilerine başvurduklarını belirtmişlerdir.Cinsel birleşme sırasında erkek organının dişi organına girişi, erkekliğin aktiflikle, kadınlığın da pasiflikle özdeşleştirilmesine neden olmuştur. Bu da giderek doğadaki ve dünyadaki bütün aktif unsurların erkeklikle, bütün pasif unsurların da dişilikle bir tutulması sonucuna varmıştır; toprak "ana", toprağı dölleyen "erkek" yağmur, hep bu anlayışın izleridir.

Oysa kadınların pasif oluşu hiç de doğal, doğuştan gelen bir özellik değildir. Örneğin kadının "doğal" işlevi olan doğum, pasif değil tam tersine son derece aktif bir iştir: Kadının aktif bir çaba göstermesini, adalelerini kontrollü biçimde zorlamasını gerektirir. Ama çocukluktan itibaren kadın ve erkekler önceden belirlenmiş cinsel rollere alıştırılırlar. Kız çocuklarına uysal, yumuşak başlı ve kadınca olmaları öğretilir, sokakta oynamaları istenmez; buna karşılık erkek çocukların özellikle aktif, sorumlu, zaman zaman da saldırgan olmaları beklenir.

Oysa kadınların doğal olarak daha güçsüz cins olduğunu gösteren tarihsel kanıtlar bulmak pek mümkün değildir. Geçmişte, Amazonlarda olduğu gibi kadınların da erkeklerle birlikte savaşa katıldığı ve çok da başarılı olduğu toplumlar varolmuştur.

Kadınların fiziksel olarak daha güçsüz ve narin olmaları bile, erkeklerle kadınlar arasındaki çok uzun süreli bir işbölümünün sonucudur, yani kültürel, tarihsel bir gelişmedir. Kadınların evde kalarak çocuklara bakmak zorunda kalmaları, erkeklerin de ava çıkmaları, birincilerin adale ve kemiklerinin gelişmemesine, ikincilerinse gelişmesine neden olmuştur.

Cinslere yakıştırılan "kadınca" ve "erkekçe" roller, herhangi bir doğal düzeni yansıtmaktan çok, bir toplumsal düzeni yansıtır. Gerçekten de, kadınların pasifliği yoksul toplumlarda pek fazla vurgulanmayan bir şeydir, çünkü yoksulluk herkesin, hem erkeğin hem de kadının çalışmasını gerektirir.

Kadınların da çalıştığı işçi ailelerinde kadının çok daha rahat davranabilmesi, cinsel gereksinimlerinden çok daha rahat bir hava ile söz edebilmesinin nedeni, herhangi bir "kabalık" değil, bu kadının da çalışmasıyla sağlanan toplumsal ve ekonomik eşitliktir. Haremlere sadece prensler ve şeyhler sahip olabilirler; "hanımefendilik"de ancak zengin toplulukların kaldırabileceği bir lükstür.

Tamamen erkek ve tamamen kadın olan kimselerin iki normal ucu oluşturdukları düşünülecek olursa, bunlar arasında kalan ve zaman zaman ortaya çıktıkları halde büyük çeşitlilik gösteren fiziksel ya da ruhsal sapmalar demetine İNTERSEKS denmektedir.

1. KADIN: Fiziksel ve ruhsal kimlik tamamen kadın: doğurgan ve dişi gonadları tam: xx kromozomları.

2. ÇİFTCİNSEL KADIN: Fiziksel olarak tamamen dişi; her iki cinsten insanlara karşı cinsel çekim duyuyor; doğurgan: xx kromozomları.

3. KADIN EŞCİNSEL: Fiziksel kimliği kadın; yalnızca başka bir kadına karşı cinsel çekim duyuyor: doğurgan: xx kromozomları.

4. TRANSSEKSÜEL KADIN: Fiziksel olarak tamamen kadın ve dişi gonadlar taşıyor: erkek rolüne özenmekten dolayı irileşmiş bir klitorisi olması olası; ruhsal kimliği erkek veya cinsiyetsiz; doğurgan; xx kromozomları.

5. TURNER SENDROMU: Dış görünüş ve ruhsal kimlik açısından büyük ölçüde kadın olmakla birlikte, iç erbezleri var; doğuştan y-tipik sakatlık (çok kısa boy, ense dokusu, vb.): doğurgan değil: xo kromozomları.

6 KLİNEFELTER SENDROMU: Dış görünüş erkek; penis ve gonadlar ufak, fazla şişmanlama eğilimi, doğurgan değil: xxy kromozomları.

7. TRANSSEKSÜEL ERKEK: Fiziksel olarak erkek; erkek gonadları ve ufak penisi var; kadın rolünü kıskanıyor: doğurgan olması olası; xy kromozomları.

8. KADINSI ERKEK EŞCİNSEL; Fiziksel kimlik erkek; erkek gonadlar ve cinsel organları: ruhsal kimlik kadın: yalnızca başka bir erkeğe karşı cinsel çekim duyuyor: üretken: xy kromozomları.

9. "BUTCH" ERKEK EŞCİNSEL; Fiziksel ve ruhsal kimlik erkek; yalnızca başka bir erkeğe karşı cinsel çekim duyuyor; üretken: xy kromozomları.

10. ÇİFTCİNSEL ERKEK: Fiziksel olarak tamamen erkek: her iki cinsten insana karşı cinsel çekim duyuyor: üretken: xy kromozomları.

11. ERKEK: Fiziksel ve ruhsal kimlik erkek: erkek gonadlar ve cinsel organlar: üretken xy kromozomları.

Aşkın Kokusu

Birine aşık olmanızda en etkin organınızın hangisi olduğunu düşünürsünüz? Hoşlandığınız kişiyi ayrıntılı bir şekilde süzen gözleriniz mi aşık eder sizi? Yanıtınız ''evet''ise yanılıyorsunuz. Araştırmalara göre aşık olmadaki en etkin organ burun. Das Bild Gazetesi'nde yayımlanan bir haberde, hayatınızın aşkını koklayarak bulabileceğiniz iddia ediliyor.

Bilim adamlarının açıklamaları, burun kemiğinin alt kısmında yer alan bir özel bölümü, terle birlikte salgılanan seks hormonlarını en iyi algılayan organ olarak gösteriyor. Bu organın da insanların %60'ında bulunduğunu söylüyorlar. Bu bölümü ''burun içindeki ikinci burun'' olarak adlandıran uzmanlar, ''Sevgilinizi seçerken genellikle genetik olarak size benzemeyen kişilerin kokusu çekici gelir'' diyorlar.

Bu gerçek, doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda değişiyor. Hap kullanan kadınların koku alma duyuları farklılaştığı için, onlar kendilerine genetik yapı olarak benzeyen kişileri eş seçiyorlar. Özellikle koltuk altını koklamak yoluyla yapılan deneylerde, terle salgılanan hormonların kime, ne kadar çekici geleceği ölçülüyor.

Sonbaharda Seks

İnsanoğlunun cinsel etkinliklerinin yoğunluğu ritmelere göre değişiyor. Örneğin, Amerikalı bilim adamları, yumurtlama dönemine yakın zamanlarda kadınların cinsel arzularının arttığını belirlediler.

Paris'teki Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi Kronobiyoloji Laboratuvarı'ndan Alain Reinbergise, erkeklerin cinsel etkinliklerinin yaz sonunda ve sonbahar başında en yüksek noktaya ulaştığını belirtiyor. Nitekim, testosteron oranı, spermatozoidlerin üretimi ve hareketliliği, doğum oranları gibi veriler de bu bulgunun doğruluğunu kanıtlıyor.

Bu arada, doğum kontrol hapları kullanan kadınların diğerlerinden farklı olarak genetik açıdan kendilerinden uzak olan erkekleri değil, tersine en yakın olanları tercih ettiklerini söylüyorlar. Bilim adamı Pierre Henri Gouyon, konuyla ilgili olarak şunları belirtiyor: "Evrim üreme işlemi için cinsel arzuyu yarattı. Ancak kadının, çocuk arzusu içermeyen değişik bir genetik kombinasyona sahip olduğunu varsayalım. Bu durumda üreme isteğine dayanmayan cinsel dürtülere sahip olan kadında doğum kontrol yöntemleri, cinsel ilişkiye girme arzusunu ortadan kaldıracaktır.

Öte yandan, tıp dünyasındaki ilerlemelerle üreme işlemi için yeni yöntemlerin bulunmasının da cinsel etkinliklerin azalmasında rol oynayabileceği belirtiliyor. Bu durumda, belki de insanlara tavsiye edilebilecek tek şey bu konuda ellerini çabuk tutmaları olacak.

Uykuda Orgazm

İnsanlann uykuda cinsel tepkiler yaşayabildiği, bilinen bir gerçektir. En eski dini kitap olan Tevrat'ta, uykusunda orgazma gelen adamın bu "pislikten" kurtulmak için yıkanmasını buyuran ayetler vardır. Ancak olay, salt erkeğe özgüymüş gibi ele alınmaktadır. Aslında 1950 ortalarına kadar kadınlarda da bu türden bir cinsel boşalma olduğu bilinmiyordu.

Kinsey ve arkadaşlarının yaptığı araştırmalar, ilk aydınlatıcı adımlar olmuştur. İrade dışı, uykuda orgazmlar özellikle erkeklerde hemen her zaman cinsel rüyalarla birlikte gerçekleşir. Uyku sırasında günlük çekingenliklerimiz ve öğrenilmiş denetimlerimiz, çok daha az etkin olduğundan birçok bilinçaltı dileklerimiz zararsız, simgesel biçimde rüya olarak ortaya çıkarlar. Bilinçli yasaklamaların etkisinin azalması, çoğu kimsenin, özellikle kadınların, uykuda çok daha hızlı orgazm olmallarını de açıklar.

Bugün genellikle uykuda orgazmın gerekli ve sağlıklı olduğu, hatta cinsel perhiz durumlarında "doğal" bir ikame yolu oluşturduğu düşünülür. Oysa Kinsey'in raporları bunun doğru olmadığını göstermektedir. Bu araştırma sonuçlarına göre, örneğin haftada birkaç kez cinsel birleşmeyle orgazm olanağından yoksun kalan bir kadının uykusunda yaşadığı orgazm sayısı, yılda ancak birkaç kezlik bir artış göstermiştir. Oysa bazı kadınların uykuda orgazm sayıları, cinsel birleşmede orgazmlarının artmasıyla oranlı olarak artış göstermiştir. Yani aslında, uykuda orgazm, insan vücudunun doğal bir işlevi olup, bilinçli cinsel eylemin ikamesi değildir.

Suni Sperm

Kendi alanında devrim yaratan yeni bir teknik sayesinde, iki kadın kendi genlerini taşıyan bir çocuğa sahip olabilecek. Araştırmacıların belirttiğine göre, erkek olmadan çocuk yapma yöntemi şöyle işliyor: Doktorlar, iki kadının birinden alacakları hücreleri işleme tabi tutarak, bunları suni sperm haline dönüştürüyor ve bununla diğer kadının yumurtalarını döllendiriyor.

Chicago’daki Üreme Genetiği Enstitüsü uzmanları, “yöntemin insan yumurtalarıyla denenmekte olduğunu ve iki yıl içinde uygulamaya geçileceğini” açıkladı. Uzmanlar, bu yöntemin, daha önce radyoterapi ya da kemoterapi gördüğü için çocuk sahibi olamayan erkekler için suni sperm üretmek amacıyla kullanıldığını belirtti.

Yöntemin lezbiyen çiftler arasında büyük sevinç yarattığı ifade edildi. Buna karşılık bazı bilim adamları, geliştirilen tekniğin riskli olduğunu savundu. Bu bilim adamlarına göre, ebeveynlerin her birinden alınan kromozomlar suni olarak bölünmeye zorlanıyor ve bu durum risk yaratıyor. Bu görüşü savunanlar, doğacak çocukların kanser ya da metabolizma bozukluğuna açık olacaklarını öne sürdü.

Spermin Yakışıklısı

Kısırlık tedavisi üzerinde çalışan bilim adamları, şekli düzgün spermlerin dölleme yeteneğinin çok daha yüksek olduğunu saptadı. The New England Journal of Medicine'de yayımlanan araştırmaya göre, spermlerin görünümleriyle yenetekleri arasında yakın bir ilişki var.

Başları oval, kuyrukları kalın ve hareketli olan düzgün görünümlü spermlerin, dölleme yeteneği yüksek oluyor. Başları halka şeklinde ya da deforme olmuş, kuyrukları ezik spermlerin ise dölleme yetenekleri çok düşük.

İngiltere'deki Rachester Üniversitesi Tıp Fakültesi araştırmacıları 765 kısır, 696 normal erkeğin spermlerini inceledi. Araştırmada spermlerinin %12'si düzgün olan erkeklerin çocuk sahibi olabildikleri görüldü. Spermlerinin %9 ve daha aşağısı standartlara uymayan erkeklerin ise çocuk sahibi olamadıkları belirlendi.

Sigara Hamileliği Önlüyor

Oxford Üniversitesi bilim adamlarının yaptığı ve sonuçları Journal of Biosocial Sciences Dergisi tarafından yayınlanan araştırmaya göre, sigara içen bir kadın, içmeyen bir kadınla aynı anda hamile kalma kararı alsa bile ancak 2 ay gecikmeyle bu amacına ulaşabiliyor.

Bilim adamları, sigara tiryakisi anne adaylarının bu alışkanlıklarını terk etmelerinden 1 yıl sonra ise hiç sigara içmemiş kadınlarla aynı duruma geldiklerini ve yeniden hızla hamile kalma yeteneklerini kazandıklarını belirtiyor.

569 kadın üzerinde, bu kadınların sigara konusundaki bütün alışkanlıklarını incelemeye yönelik bir araştırma yapan bilim adamları, sonuçların, sigaranın, hamile kalma sürecindeki kadınlara verdiği zararı bir kez daha kanıtladığına işaret ediyor. Bilim adamları, araştırmaya katılan 114 kadının hamile kaldıktan sonra doğuma kadar geçen sürede de sigara içmeyi sürdürdüklerine işaret ederken, bunun sonuçlarıyla ilgili bütün olumsuzluklara da dikkat çekti.

Bilim adamları, annenin hamilelik boyunca sigara içmeyi sürdürmesinin bebek ölümlerine ve bebeklerde solunum yolu hastalıklarına yol açtığına işaret ederken, sigaranın, kadının hamile kalma şansını azaltmasını da sigara dumanında bulunan antiöstrojenik maddelerin yumurtlama üzerindeki olumsuz etkilerine bağladı. Bilim adamları, sigaranın ayrıca kısa vadede de yumurtanın kalitesini bozarak döllenmiş yumurtanın rahme yerleşme şansını azaltabileceğini bildirdi.

Seks Kalori Cetveli

Partnerini soyan bir kişinin harcadığı enerji 12 kalori.

Giysiler kolay çıkıyor, düğmeler kolayca açılıyorsa harcanan kalori 8'e düşüyor, ancak tek el kullanılırsa kalori yine 12'ye çıkıyor.

Soyma işlemi 'dişlerle' yapılıyorsa, soyan kişi 87 kalori kaybediyor.

Çiftlerden biri bir oyuna sürüklerse harcanan kalori de 187'ye kadar çıkabiliyor.

Seviştikten sonra yatakta gevşemek de enerji harcatıyor.

18 dakikalık yoğun seks aktivitesi, büyük bir dilim çikolatalı pastaya denk.

Bir şişe beyaz şarabı yakmak için ise 52 dakikalık bir masaj seansı gerekli.

53 dakikalık Fransız öpücüğü bir 'çizburgere' bedel.

Peynirli ve domatesli pizzanın yarısını yakmak için ise 26 dakika aralıksız seks ve bir orgazm gerekli.

Seks Kalbi Koruyor

Seksin, belli bir yaşın üstündeki insanlar için risk oluşturduğu inanışı yaygındır. Oysa kalp uzmanları bu genel kanıyı onaylamıyorlar. 2400 erkek gönüllü ile yapılan bir araştırma, haftada üç dört kez seks yapmanın kalp krizi ve felç tehlikesini yarı yarıya azalttığını ortaya koydu.

Belli bir yaşa gelen kişilerin, özellikle de erkeklerin seks ilişkilerinde çok dikkatli olmaları önerilir. Erkeğin zayıflayan kalbinin cinsel temas heyecanına dayanamayacağı belirtilir. Sevişme sırasında kalp krizi geçirip hayata veda edenler de örnek olarak gösterilir. Oysa kalp uzmanları halk arasında yaygın olan bu genel kanıyı onaylamıyorlar.

Tam 2400 erkek gönüllü ile bir araştırma uygulayan bir İngiliz kalp uzmanı, haftada üç, dört kez seks yapmanın kalp krizi ve felç tehlikesini yarı yarıya azalttığını açıkladı. Gönüllü erkeklerin katıldığı çalışmalar yıllarca sürdü ve nihayet bu sevindirici sonuca ulaşıldı.

Seks, kalbi neden koruyor?

Bu soruya birkaç cevap vermek mümkün. Öncelikle, seks yapmak zevkli ve rahatlatıcı. İkincisi, özellikle ileri yaşlardaki kişiler için cinsel temas, sağlıklı olmanın bir göstergesi. Üçüncüsü, cinsel faaliyet kişinin bir hafta içinde yapmak zorunda olduğu vücut egzersizinin yerini tutar.

Seks ve Beslenme

Seks için çinko gibi minerallerin etkisi inkar edilemez. Yapılan araştırmalar, çinkonun çok kuvvetli bir canlandırıcı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Çinkonun erkek üretkenliğinde, seksüel arzuda ve uzun süreli seksüel sağlıkta çok büyük etkisi bulunmaktadır. Her ilişkide 5 miligram çinko harcanır ve bu günlük ihtiyacın üçte biridir.

Çin kabağı, soyalı gıdalar ve tatlı kabağın tohumları faydalıdır. Kahveyi sabahları sizi canlandıran bir bardak sıcak içecek olarak düşünmeniz büyük bir hata olabilir. Günde 1-2 bardak kahve size gerçek bir itici güç verecektir.

Bektaşi dergahlarında cinsel gücü arttırdığı için deniz ürünlerinin yasaklandığı bilinir. Deniz ürünlerini, tavuk ve makarnayı sofranızdan eksik etmeyin. Kalsiyum olmadan çok iyi bir seks beklemeyin. Sardalya balığı, yeşil yapraklı sebzeler, kalsiyum bakımında çok zenginzir. B vitaminleri de seks için gerekli vitaminlerdendir.

Orgazm ile İlgili Yanlışlar

Kadın ve erkeklerin orgazm konusunda birbirlerini yanılttığı birtakım düşünce ve tutumlar içine girebildiklerine sık sık tanık olunur. Sonuçta ortaya çıkan yanılgıların, yaygınlık kazanmış olan bazılarının üzerinde durmak gerekir.

Eğer erkek yeterince dayanabilirse, her kadın orgazma gelebilir: Bu iddia ancak kısmen doğrudur. Uzun süren bir koitusun sonunda erişilen doruk, teknik olarak orgazm sayılsa bile, hedefe varmak için girişilen acele ve endişe içinde, işin bütün zevki kaybolup gidecektir.

Yazdığı kitaplar satış rekorları kıran ünlü fahişe Xaviera Hollander, en yoğun orgazmların, ilk 5 dakika içinde gerçekleştiğini söylemektedir. Aslında birçok bilimsel araştırma da bu iddiayı doğrulamaktadır. Dolayısıyla zevkli bir cinsel birleşmenin anahtarı, özenli ve uzun ön sevişme süreci olmaktadır.

Kadın gelmeye başlayınca, erkek mümkün olduğunca sert hareket etmelidir: Oysa bunun tam tersi geçerlidir; erkek olabildiğince hareketsiz kalmalıdır. Ancak böyle olursa, hem kadın hem de erkek, kadının kasılan dölyolu kaslarının farkına ve hazına varabilir.

Hollander, kendi kendilerini uyararak ulaştıkları orgazmların, niye cinsel birleşmede ulaştıklarından daha yoğun olduğunu soran çok sayıda kadının mektubuna verdiği cevapta, meseleyi, dölyolu kaslarının kasılmasını algılayabilmeye bağlamaktadır. Her ne kadar bu konuda kadından kadına farklılıklar söz konusuysa da, genel olarak orgazm sırasında erkeğin sert hareket etmesini gerekçeleyen herhangi bir ipucu yoktur.

En iyi orgazmlar, eşanlı olanlardır: Bu da yanlıştır. Uzun süre birlikte olmuş insanların eşanlı olarak orgazma gelmesi hem mümkün, hem de zevkli olabilir. Ancak bu, doğal olursa haz verebilir. Aksi durumda, duyguları geri plana iten bir koşuşma söz konusudur. Eşlerden birinin önce gelmesi, hiçbir şekilde diğerinin orgazma ulaşmasını engelleyemeyeceği gibi, tersine, eşlerin üzerinden yetişme ya da erteleme endişesini kaldıracağı için, birleşme sürecinin zevk boyutu öne çıkabilecektir.

Menopoz ve Zeka

İngiliz bilimadamları okul çağlarında zeki olan kızların, zekâ düzeyi onlar denli gelişmemiş olanlara kıyasla, çok daha geç menopoza girdiklerini öne sürüyorlar. Onlara göre, gerek anlama yeteneği, gerekse menopoz yaşı, yaşamın ilk evrelerindeki östrojen oranlarıyla yakından ilintili.

İngiltere'deki Tıp Araştırma Konseyi, bir süredir "Ulusal Sağlık ve Gelişim Araştırması" adlı bir proje kapsamında Mart 1946'da doğan binlerce kişiyi inceliyor. Sözkonusu araştırmada, deneklere sekiz yaşındayken, sözcüklerin söylenişleri, tümcelerin doğru biçimde tamamlanması gibi soruları içeren standart bir zekâ testi uygulandı.

11 ve 15 yaşlarında aritmetik ve daha karmaşık matematik sorularının yeraldığı benzer testlerden geçen deneklere 26 yaşında ise okuma sınavı uygulandı. Denekler, 45 yaşına bastıklarında bellek ve düşünceye odaklanma yeteneği açısından sınandılar.

Deneklerin 47 yaşında oldukları 1993 yılından itibaren incelemeye katılan kadın deneklere her yıl bir anket formu gönderilmeye başlandı. Bu uygulamanın amacı menopoz sürecine giren kadınların sağlık durumlarının izlenmesiydi. 1500'ü aşkın kadın denekten toplanan veriler, 8-11 yaşlarındaki anlama yeteneği düzeyi ile menopoz yaşı arasında çok yakın bir ilinti olduğunu ortaya koydu.

Veri çözümlemesini gerçekleştiren Londra University College uzmanlarından Marcus Richards, meslek, eğitim, toplumsal konum ve menopozu hızlandırdığı bilinen sigara içme alışkanlığı gibi etmenleri de karşılaştırdıktan sonra çocukluk döneminde uygulanan testlerde başarı düzeyinin düşük olmasının, erken yaşta menopozun bir belirtisi sayılabileceğine tanık oldu.

Gelişmiş ülkelerde yaşayan kadınlar, genellikle, âdet görme döneminde birkaç ay ya da birkaç yıllık bir düzensizliğin ardından, yaklaşık 51 yaşında âdetten kesiliyorlar. Ne var ki, bilimadamları menopoz yaşını neyin belirlediği yönünde bir görüş birliğine varmış değiller. Kimileri, kadınların yumurtasız kaldıklarında menopoza girdiklerine inanırlarken, kimileri de menopozun beden saatine bağlı başka bir düzenek tarafından ateşlendiğini öne sürüyorlar.

Richards'a göre ise, kız çocukların bebeklik evrelerindeki hormon düzeyleri, bir bakıma, onların menopoz yaşını belirliyor. Östrojenin ilk evrelerde ne tür bir etki yarattığını araştıran Richards, söz konusu hormonun beynin bilişsel işlevlerden sorumlu olan bölümünü etkilediğine ve bu etkinin kadınların yaşamları boyunca sürdüğüne dikkat çekiyor.

Bulgular, 43 yaşında bile bellek testlerinde en yüksek başarıyı sağlayanların henüz menopoz belirtilerine rastlanmayan kadınlar olduğunu, menopozun ilk belirtilerinin görüldüğü kadınlarda başarı düzeyinin biraz düştüğünü, âdetten kesilenlerin ise en düşük başarıyı sağladıklarını gösteriyor. Richards'ın bulguları erken yaşta menopoza giren 43 yaşındaki kadınların bile zekâ testlerinde aynı yaştaki erkeklerden daha başarılı olduklarını ortaya koyuyor.

Kadın Gözüyle Viagra

Bu güne dek Viagra'nın erkekler üzerindeki etkisi bilimsel ve bilimsel olmayan çevrelerde pek çok kereler tartışmaya açıldı. Ancak kimsenin aklına bu tedavinin kadınlar üzerindeki etkisini araştırmak gelmedi. Saygın İngiliz gazetelerinden ''The Times''ın sağlık sayfasında yeralan bir inceleme yazısında, eşleri Viagra kullanan kadınların ne düşündüğü ele alınıyor. Psikoterapist adındaki bir terapistin deneyimlerinden yola çıkarak kaleme alınan yazıda, psikoterapi gören bir kadının görüşlerine yer veriliyor.

''Cinsellikten uzak bir yaşamdan, birdenbire cinsellik yüklü bir yaşama geri dönmek pek kolay olmadı. Son 10 yıldır kocamla cinsel yaşantımız masum bir öpücük ve sarılıp yatmaktan ibaretti. Benim için yatak, kitap okuduğum, dinlendiğim, uyuduğum ve çikolata yediğim bir sığınaktı.

Artık menopoz dönemini çoktan geride bıraktım ve ayrıca hormon tedavisi de görmüyorum. Bu nedenle cinsel organlarımın, bunca yıllık aradan sonra, faal duruma geçmesinden pek de hoşnut kaldığımı söyleyemem. İşin fenası kocam bu yeni durumundan son derece memnun. Ereksiyon durumunda yüzünde meydan savaşı kazanmış bir komutanın ifadesini görüyorum. Bu durumda ne yapacağımı bilemiyorum. Kısacası, kocamın başına konan talih kuşu benim bunalıma girmeme neden oldu. Bu yaşımda huzur ve güvence ararken, kendimi boşlukta buldum.''

Cinsel ilişkiden kaçarak, uyuma taklidi yaparak geçici çözümlerle sorunu geçiştirirler. Sözlü iletişimin çok zayıf olduğu bu gibi durumlarda Viagra iki taraf için de mükemmel bir çözümdür. Diğer bir kadın grubunu başarılı iş kadınları oluşturur. Bu tip kadınlar için her şey bir plan ve program dahilinde yürütülmelidir. Zeki, başarılı ve yaşamlarında rastlantıya yer vermek istemeyen bu kadınlar hamile kalacakları zamanı kendileri belirlemek ister. Hamile kalmak istedikleri zaman belirli zamanlarda kocalarından olağanüstü performans beklerler. Ne var ki pek çok erkek için bu korkutucu ve panik yaratan bir durumdur.

Kendilerini sperm üreten bir makine gibi hisseden bu erkekler, cinsel ilişkinin bir görev haline gelmesinden rahatsızlık duyarlar. İşte bu durumdaki erkekler için Viagra sanki Tanrı'nın bir lütfudur. Bu bağlamda 2000 yılında doğacak bebeklerin pek çoğunun Viagra desteği ile dünyaya geleceğine kesin gözüyle bakılıyor.

Pek çok kadın ise eşlerinin Viagra kullandığından haberdardır ve durumdan katiyetle şikâyetçi değildirler. Gençliklerinde oldukça hareketli bir cinsel yaşamları olan bu yaşlı kadınlar, cinsel yaşamları sona erdiği zaman genellikle şikâyet etmezler veya bu konuda konuşmazlar, çünkü pek çoğu için cinsel konular tabudur ve gizli tutulması gerekir. Ancak yaşları ne olursa olsun Viagra'nın onlar için açtığı kapıdan severek geçerler.

Mildred bu kadınlardan biri. Kendisi 79 yaşında ve kocası Tom kendinden 2 yaş büyük: ''Seks her zaman bizim için önemliydi. Şimdi yine eskiye dönebildiğimiz için çok mutluyum. Bence Viagra muhteşem bir olay. Bazen Tom ile birlikte bütün günü yatakta geçiriyoruz.''diyor.

Viagra yaşlılar arasında yeni ilişkilerin kurulmasına yardımcı oluyor. Fiziksel aşkın geçmişte kaldığını düşünen yaşlılar, Viagra'nın desteği ile gençleri kıskandıracak tarzda ilişkiler yaşayabiliyorlar. 75 yaşındaki Ted bu konuda şunları söylüyor: ''Viagra bu yaşta harikalar yaratıyor. Tam cinsel yaşamınızın sona erdiğini düşündüğünüz bir anda imdadımıza yetişti. Bu mutluğun bedelini ne olursa olsun ödemeye hazırım.''

Cinselliğe çok meraklı olmasalar da Viagra'nın piyasaya çıkmasını memnuniyetle karşılayan bir grup kadın daha var. Jill, bunlara tipik bir örnek: ''Seks benim için hiçbir zaman ilk planda olmadı. Seks olmadan da evliliğimi rahatlıkla sürdürebilirim. Hatta bir fincan kahveyi sekse tercih edebilirim.

Ancak son 6 yıldır kocamı pençesine alan iktidarsızlık sorunu, beraberliğimizi çekilmez hale getirdi. Bu durumundan beni sorumlu tutan Richard, kronik bir depresyon içine girdi. Bazı günler ayrılmayı dahi düşündüğümü itiraf etmeliyim. Ancak Viagra kullanmaya başladığından beri eski bunalımlı Richard gitti, yerine neşeli, kendinden emin ve mutlu bir Richard geldi. Eski mutluluğumuza yeniden kavuştuk.

Hamilelik Testleri

Hamileliğin varlığının en kısa zamanda anlaşılması, hamileliği isteyen ve istemeyen kadınlar için de çok büyük önem taşır. Hamileliğin anlaşılması, gebelik testi denilen testler ile saptanmaktadır. Genelde iki tip gebelik testi uygulanmaktadır. Bunlar, kandan veya idrardan yapılan testlerdir.

Her iki testte de, döllenmiş yumurtanın çok miktarlarda salgıladığı hCG isimli hormonun seviyesi ölçülmektedir. Gebelikte bu hormon seviyesi hızla artış gösterir. Testlerin bu hormonu yakalayabilmeleri için belirli bir zamanın geçmesi gerekir. Kandan yapılan ölçümler daha hassas ve doğru sonuçlar verir.

Evde uygulanabilen testler, genelde gecikmiş bir adet döneminden 2 hafta sonra uygulanırlar. Bu testler 3-4 haftada %95 oranında doğru sonuçlar verirler.

Doktorların uyguladığı idrar testleri daha hassastır ve 1-2 hafta gecikmede dahi doğru sonuçlar vermektedirler. Yine doktorlar tarafından kandan yapılan ölçümler ile yumurtanın döllenmesinde 6 gün sonra dahi gebelik anlaşılabilir.

Bu genel bilgilerin de ışığında gebelik olasılığı, adet gecikmelerinde 2 haftadan sonra bir ev testi denenebilir ya da direkt olarak doktorunuza başvurarak durumun netleşmesi sağlanmalıdır.

Hamilelik Erkeğide Etkiliyor

Kadınlar hep erkeklerin doğumdan hiç etkilenmediklerini düşünürler. Fakat bu düşünce, Kanadalı bilimadamlarının yaptığı yeni bir araştırmayla değişti.

Eşleri hamile erkeklerin de hormonlarında değişiklikler meydana geliyor. "Mayo Clinic Proceedings" adlı derginin haberine göre, Kingston’daki Queen’s Üniversitesi bilim adamları, baba adaylarında testosteron ve kortizol değerleri düşerken, östradiol değerlerinin yükseldiğini gördüler.

İlk kez baba olacak aynı yaştaki erkekler üzerinde yapılan araştırma, yalnızca hamile kadınların değil, onların eşlerinin de hormon dengelerinde önemli değişimler olduğunu ortaya koydu.

Araştırmaya katılan erkeklerin testosteron ve kortizol değerleri, doğum sonrasına kadar düşmeye devam etti. Östradiol değerlerinde ise doğumdan sonra da artış gözlendi.

Doğum Kontrol Yöntemleri

Doğum Kontrol Hapları

Yaygın olarak kullanılan doğum kontrol ilaçları, östrojen ve sentetik progestin hormonları içeriyor. Bu ilaçlar, yumurtlamayı önleyerek doğum kontrolünü sağlıyor.

Doğum kontrol ilaçlarına başlamadan önce, doktor kontrolünden geçmek şart. Kadınlarda genel kontroller, jinekolojik muayene ile birlikte smear testi yapılması gerekiyor. Bugün; doğum kontrol haplarının bulantı, ara kanamalar, adet kanamasında azalma, deride lekelerin oluşması, migren ağrılarının şiddetlenmesi, memede ağn ve mizaç değişiklikleri gibi yan etkileri olabiliyor.

Gebeler, yüksek tansiyon, damar, karaciğer, şeker ve migren hastaları, 35 yaşın üzerinde sigara içen bayanlar ve 16 yaşından küçükler, kesinlikle doğum kontrol hapı kullanamıyor.

Yeni Doğum Kontrol Hapları

Yeni geliştirilen bir doğum kontrol hapı, mevcutlar arasında en az hormon içeren hap olacak. Çalışmalarını Londra'dan Prof. John Guilleband'ın yürüttügü ila,ç 60 mcg gestodene ve 15 mcg ethinvlestradiol içeriyor. Bu yeni ilacın diğerlerinden bir başka farkı, 21 günlük yerine 24 günlük olması.

Erkeklere Doğum Kontrol Hapı

Çin'de geliştirilen ve erkeklerin kullandığı dogum kontrol haplarının güvenliği %95. Önümüzdeki 10 yıl içinde piyasaya sürülmesi beklenen ilaçlar ile ilgili araştırmalar, halen devam ediyor. Bu hapların, bazı erkeklerde kişilik ve ruh hali üzerinde etkileri olduğu saptanmış. Eski tip hapların, sinirlilik gibi yan etkileri olduğu, yeni geliştirilenlerde ise bu yan etkilerin bulunmadığı görülmüş.

Rahim İçi Spiral

1960 yılından itibaren yaygın olarak kullanılmaya başlanan rahim içi araçlar, değişik şekil ve boyutlarda olabiliyor. Adet kanamasmın 3. veya 4. günü, rahme yerleştirilen spirallerin saf plastik ve bakırlı çeşitleri yanında, son zamanlarda hormon salan tipleri de üretiliyor.

Rahim içi araç kullanan kadınlara, her yıl kontrol yapılması gerekiyor. Rahim içi araca bağlı kasık ağrıları, ara kanamaları, sancılı ve fazla adet kanaması görülebiliyor. Rahim içi araç, pelvik enflamatuvar hastalığını artırarak, tüplerde tıkanıklığa bağlı kısırlık ve dış gebeliklere neden olabileceğinden, en az bir çocuğu olan veya çocuk sahibi olmak istemeyen kadınlar tarafından tercih ediliyor.

Prezervatif

Cinsel ilişki ile bulaşan hastalıklara karşı da koruyuculuğu olan prezervatif, güvenilir yöntemler arasında sayilıyor. İnce lastik bir materyalden vapılan prezervatif, cinsel ilişki öncesinde erkek cinsel organı üzerine takılıyor ve böylelikle spermin vajinaya girmesi engelleniyor.

Yırtılma ya da çıkma korkusu dışında herhangi bir yan etkisi de yok denecek kadar az. Olası tek yan etkisi; kauçuk, pudra veya lubrikan maddeye karşı alerjik reaksiyon oluşması. Bu yöntemin doğum kontrolündeki güvenilirliği, doğum kontrol hapı ve spiralden daha az. Ancak vajina içerisine uygulanan spermisid kontraseptif krem, jel veya köpükle etkinliği, doğum kontrol hapının etkinliğine yakın bir düzeye çıkıyor.

Hormon İmplantları

Derinin altina yerleştirilen yumuşak kapsüller şeklindeki hormon implantları, progestin hormonu salarak yumurtlamayı önlüyor ve 5 yıl boyunca koruma sağlıyor. Ancak bu kapsüllerin, konusunda deneyimi olan hekimler tarafından yerleştirilmesi ve 5 yılda bir değiştirilmesi gerekiyor. Dogum kontrol hapları kullanmaması gereken kişiler, bu implantları da kullanamıyor.

Hormon Enjeksiyonları

Progestin hormonu içeren uzun etkili bir korunma metodu olarak kabul edilen hormon enjeksiyonları, her üç ayda bir kullanılıyor. Bir yıldan fazla kullanıldığında, adetlerin kesilmesine neden olabiliyor. Bu nedenle, ileride çocuk sahibi olmayı düşünen kadınlara önerilmiyor.

Cerrahi Sterilizasyon (Kısırlaştırma)

Sterilizasyon, hem kadın hem de erkek için, istendiğinde geriye dönüşü mümkün olan bir doğum kontrol yöntemi. Kadınlar için uygulanan yönteme, tüplerin bağlanması (tubal sterilizasyon), erkekler için uygulanan yönteme ise üreme kanalının bağlanması (vazektomi) adı veriliyor.

Gelişmiş ülkelerde, üreme çağındaki çiftlerin yaklaşık %24'ü doğum kontrol yöntemi olarak cerrahi sterilizasyonu seçiyor. Güvenilirliği %99.8 olan tüplerin bağlanması yönteminin kadının cinsel yaşamına ve ruh sağlığına olumsuz hiçbir etkisi yok.

Erkek sterilizasyonunun da aynı şekilde erkek cinsel yaşamına ve ruh sağlığına olumsuz bir etkisi yok. Bu işlemin güvenirliliği ise %99.9.

İlişki Sonrası Doğum Kontrolü

İlişki sonrasında alındığında gebeliği önleyen ilaçlar, östrojen ve progestin hormonları içeriyor ve rahmin iç tabakasının gelişimini engelleyerek gebeliği önlüyor.

Yöntem, korunma olmadan gerçekleşen bir ilişkiden sonra, gebeliğin kürtaj yapılmasına gerek kalmadan engellenmesini amaçlıyor. İlaçlar, ilişki sonrasındaki ilk 72 saat içinde alındığında, gebeliği %97 oranında önlüyor. Dogum kontrol haplarının kullanımı ile ortaya çıkan yan etkiler, bu ilaçların kullanımından sonra da görülebiliyor.

Elektronik Doğum Kontrolü

Yine Çin'de, erkekler için elektronik doğum kontrol yöntemi geliştirildi. Spermleri öldüren elektronik dalgalar yayan çağrı cihazı büyüklüğündeki bir alet, erkek iç çamaşırına yerleştiriliyor. Cihazın 1 saat çalıştırılması, erkekte bir ay kadar sterilite sağlıyor.

Bira Kısırlık Yapıyor

Sakıncaları açısından bugüne kadar sadece yaptığı göbekle gündeme gelen biranın erkek kısırlığında da önemli rol oynadığı ortaya çıktı. İngiliz bilim adamları biranın erkeklerin dölleme yeteneğini azalttığını saptadı.

Londra'daki King's College bilim adamlarından Profesör Lynn Fraser'ın gerçekleştirdiği araştırmaya göre, bira, böcek ilacı ve boya gibi maddelerde bulunan östrojen, spermin kadın vücudu içindeki davranışlarını değiştiriyor. Buna göre, söz konusu östrojenden etkilenen spermler, zamanından önce "olgunlaşarak" etkisini yitiriyor.

Spermler yumurtaya ulaşıp temasa geçtikleri an, yumurta duvarını delebilmek için bazı "delici" enzimler salgılıyor. Biradaki östrojen, spermlerin daha yumurtaya ulaşamadan söz konusu enzimleri salgılamasına neden oluyor. Bu da delici enzimden yoksun kalan spermin yumurta duvarını delmesini güçleştiriyor ve sonuçta kısırlık ortaya çıkıyor.

Ters İlişki

Anal cinsel birleşme, ters ilişki olarak da isimlendirilir. Anal birleşme, heteroseksüeller arasında sanıldığından çok daha sık yaşanır. Bekâretin korunması gerektiğini düşünen, herhangi bir nedenle vajinal yoldan cinsel ilişki kuramayan veya kurmak istemeyen, gebelikten kaçınmak isteyen ya da yalnızca farklı bir haz almak isteyen heteroseksüel eşler arasında hiç de seyrek yaşanmaz.

Fizyolojik olarak, bedenimizin birçok bölgesinde olduğu gibi, anüs (makat) bölgesinde de sinir uçları vardır. Anüsün iç ve dış bölgesi, kadın için de erkek için de erotik olarak duyarlıdır. Kadın da erkek de anal cinsel birleşmeden cinsel haz alabilir.

Sağlık açısından, birçok cinsel davranış gibi, anal cinsel birleşmenin de bazı sakıncaları olabilir. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar, korunmasız cinsel birleşmelerin hepsiyle bulaşabilir. Temizlik kurallarına dikkat edilmeden kurulan anal birleşmelerde, bağırsaklarda normal olarak bulunan ve bulundukları yerde zararsız olan mikroplar, bedenin başka yerlerine taşınarak, hastalık nedeni olabilirler. Bunun en yaygın biçimi, heteroseksüel eşler arasında, anal birleşmeyi izleyerek kurulan vajinal birleşmede, bağırsaktaki mikropların vajinaya kolayca taşınabilmesidir. Ayrıca çok sık anal birleşme, anüsün sfinkterinin bozulmasına, anüs kaslarının kasılıp gevşeme yeteneğinin bozulmasına yol açabilir.

İki kendine güveni yüksek olan insanın evliliğinde bilinen hemen her cinsel davranış biçiminin denenmiş olduğuna sık sık tanık olunmaktadır. Bu ilişkilerde denenen anal birleşme, oral seks, egzibisyonistlik gibi edimler herhangi bir patolojik yan, yani ruhsal bozukluk işareti göstermezler. Başka bir deyişle, kendine güveni yüksek olan çiftlerin her şeyi hiç değilse bir kere denediği ve bunu korkarak değil, eğlenerek yaptığı belirlenmiştir.

İngiliz Tıp Birliği'nin yayınladığı bir bültende, ülkedeki evli çiftlerin %20'sinin hiç değilse bir kez anal birleşme yöntemini denediği bildirilmektedir. Bir grup çiftler buna, zevk için başvurmaktaysa da, diğer gruptakiler kadının adet zamanı ya da bir dölyolu rahatsızlığı söz konusu olduğunda denemektedirler.

Alkol Erkekliğe Zararlı

Alkol kullanımı, beyin hacminde %4-16 arasında küçülmeye neden oluyor. Alkolün santral sinir sisteminde bozulmaya yol açıyor. Alkolün erkeklik hormonu olan testosteron düzeyini de azalttığı belirlendi.

Testosteron düzeyinin azalması seks dürtüsünün azalması demektir. İktidarsızlık gelişir. Alkol kullanımı ayrıca erkekte çok az olan kadınlık hormonu östrojenin miktarını da artırır. Buna bağlı olarak erkeklerde göğüs büyümesi ortaya çıkar. Kıllanma azalır, kadınsı belirtiler oluşur.

Akraba Evlilikleri

Türkiye gibi akraba evliliklerinin yoğun olduğu ülkelerde, sakat bebek doğumları çok sık görülmektedir. Akraba evliliklerin görülmesinin sebepleri arasında genellikle, aileye ait mal varlığının dağılmaması, aile bireyleri arasındaki sevgi ve saygıyı korumak, akrabaların evlilik ve sosyo ekonomik beklentilerinin aynı olması ve karşı cinsle rahat iletişime girememe gibi etkenler sayılabilir. Akrabalar arasında yapılan evliliğe endogami denilmektedir.

Kalıtımın taşıyıcısı genlerdir. Bizler, nesiller öncesinden gelen atalarımızın bize hediye ettiği genetik kalıtımla yaşama başlamaktayız. Vücudumuzun büyüyüp gelişmesi ve çalışması, genlerimizin kontrolü altındadır. Yaşamın temel taşı olan genler, bir DNA molekülünündeki belirli bir özellik içeren kesitine verilen addır.

Her bir gen ya da birkaç gen kümesi bizdeki bir özelliğin bilgisini içerir. Anne ve babadan eşit olarak geçen genler, bizdeki tüm yaşam duvarlarını örer. Genler, hücrelerde bulunan kromozomların kısımlarıdır. Dolayısıyla genler, kromozomlarla birlikte çoğalarak, hücre bölündükçe yeni hücrelere geçerler.

Kişide her genin, biri anneden biri babadan gelmiş olan iki kopyası bulunur. Bazen genin bir kopyasının yapısı bozuktur ve bu bozuk kopya, yüzde elli olasılıkla çocuğuna geçer. Bozuk bir gen, kişinin bazı vücut işlevlerinin bozulmasına neden olur. Bir karaktere ait olan özelliğin diğerine baskın olması halinde, o karaktere baskın (dominant) gen, baskın olmayan gene resesif (çekinik) gen denir.

Bir karakterin çıkması, iki aynı gen frekansının karşılaşması demektir. Eğer bir hastalığa ait gen (resesif) anneden aktarılırken, babadan da aynı (resesif) gen ile karşılaşırsa, o hastalık mutlaka doğacak olan çocukta çıkacaktır. Eğer, anneden resesif gen, babadan da dominant gen karşılaşırsa bu sefer, doğacak çocuk da tıpkı anne ve babası gibi hastalığın taşıyıcısı olacak ama o hastalık açığa çıkmayacaktır.

Aynı karakterde iki resesif genin karşılıklı gelmesi, çekinik alleller sonucu hastalık çıkar. Anne ve babadan iki baskın gen (dominant) alan çocuk (baskın alleller) ise tamamen sağlıklıdır. Dolayısıyla, akraba evliliklerinde aynı gen yapısına sahip olan ailede, resesif genlerin birbirleriyle karşılaşma ihtimalleri, daha fazla olacaktır.

Buna örnek olarak kahverengi ve mavi göz renklerini ele alalım. Kahverengi göz rengi, dominant gen (baskın) olsun, diğeri için de mavi ise (çekinik) resesif gen diyelim. Anne-babadan birinin göz renginin mavi (M), diğerinin kahverengi (K) olduğunu düşünelim. Bebekler anne-babalarından kalıtımla; kahverengi-kahverengi (KK), kahverengi-mavi (KM), mavi-kahverengi (MK) ve mavi-mavi (MM) genler gibi dört ihtimal almış olurlar. İlk üç durumda bebeğin gözleri kahverengi (baskın renk olduğu için), son şıkta ise mavi (çekinik renk olduğu için) olacaktır. (KK=K, KM=K, MK=K, MM=M)

İnsanlar, birçok kalıtsal hastalığın genini taşır. Normal aile yapısında da hamilelikte çocuğun hastalıklı doğma olasılığı %25, taşıyıcı olma olasılığı %50, genin bozuk kopyasını hiç almamış olma olasılığı ise %25'tir. Akraba evliliklerinde aynı soydan geldikleri için anne ve babanın aynı genin bozuk kopyasını taşıma, yani hastalığın taşıyıcısı olma olasılığı çok yüksek olduğundan, çocuklarında hastalıkların oluşma şansı çok daha fazladır.

İşte akraba ile evlenme, zararlı baskın ve çekinik genlerin üstüste gelerek frekanslarının çakışması sonucu ortaya çıkma ihtimalini artırdığından, genetik hastalıkların görülmesine yolaçabilmektedir. Bunların çocukta görülmesi için ana ve babanın her ikisinin de en az bir zararlı çekinik gene sahip olması gerekir.

Biraz önceki göz rengi örneğinde olduğu gibi, mavi göz renginin çekinik genleri, hem anneden hem de babadan gelirse, çocuk mavi gözlü olacaktır. Dolayısı ile akraba evliliklerinde aynı gen yapısına sahip olan ailede, zararlı (resesif) genlerin birbirleriyle karşılaşma olasılığı fazla olacaktır.

Akraba ile evlenme, kalıtımla geçen hastalıkların bulunduğu ailelerde bu yönden sakıncalıdır. Böyle durumlarda bazı çekinik genler çakışabilecek ve böylelikle hasta çocukların doğma ihtimali artacaktır.

Hastalığın çıkması, iki resesif genin karşılık olarak biraraya gelmesi demektir. Bilindiği üzere resesif genler, hastalık taşıyan genlerdir. Ailede genetik dağılım, erkek ve kız kardeşlerde, genellikle genlerin yarısı birbirinin aynıdır. Gen ortaklarının oranları, akrabalık uzaklaştıkça küçülür. Torunlar, dede ve ninelerin dörtte bir genine sahiptir. Yeğenlerin genleri ise, genellikle amca ve halalarının, dayı ve teyzelerinin dörtte bir genine eşittir. Daha uzak akrabalıklarda bu oran, kardeş çocuklarında olduğu gibi sekizde bire düşmektedir.

Kan Uyuşmazlığı

Akraba evliliğinde kan uyuşmazlığı, kan grubu ile değil kanınızdaki Rh faktörü ile ilgilidir. Yalnızca kadının Rh -, erkeğin ise Rh + olduğu durumlarda oluşabilir. Kan gruplarının uyuştuğu hallerde, doğum sonrasında çocuklarda kalıtımsal hastalıklar görülmüştür.

Erkekte bulunan Rh faktörünün genetik aktarımla ana karnındaki fetüste ortaya çıkması, anne ile bebek arasında bir kan uyuşmazlığının ortaya çıkmasına neden olacaktır. Günümüzde, akraba evliliklerinde en çok görülen hastalıklar; zekâ geriliği (fenilketonüri), Akdeniz Anemisi, Alzeimer, Parkinson, Huntington hastalığı ve nöron ölümüdür. Özürlü ve ölü doğumlar da bu örnekler arasında sayılmaktadır.

Gen analizi de denilen DNA analizi yöntemleriyle artık hamileliğin ilk üç ayında birçok hastalığın tanısı konulabilmektedir. Genetik bilimin gelişmesi ile bazı hastalıklarda, daha anne karnında müdahale çalışmaları hız kazanmıştır. Bebeğin anne karnında içinde yüzdüğü sıvıdan ya da beslenmesini saglayan kordondan alınan sıvıların incelenmesiyle bir anormallik olup olmadığı %93 oranında kesinleştirilebiliyor.

Yapılan testlerde, anne karnındaki bebeğin ense kalınlığı ölçülüyor. Bebeğin ensesinde fazla sıvı birikmesi, doğuştan zekâ geriliği anlamına gelen Down Sendromu'nun habercisi olabiliyor. Ayrıca bazı kromozom bozukluklarında ve doğumsal kalp hastalıklarında da bebeklerin ense kalınlığı artıyor. Bu çalışmalar ilerisi için umut veren gelişmelerle devam etmektedir.

Üremenin Kökeni

Evrim süresince insanoğlu bilişsel ve analitik yeteneklerini hayvanların düzeyinin üstüne çıkarmıştır ve diğer nesillere kültürel bilgi aktarımı artarak devam etmektedir. Tabiattaki canlıların başlıca üç içgüdüsü vardır; beslenmek, neslinin devamını sağlamak (üremek) ve barınmak. Canlılarda üremek için, erkeklerin testislerinde bulunan spermin, penis yoluyla dişinin vajinasına aktarılması gerekir.

Üremede Farklı Özellikler

Dişi genelde bir veya birkaç yumurta (ovum) üretirken, erkeğin spermleri yumurtaya ulaşmak için birbirleriyle yarışır. Ovum spermlerden çok daha büyüktür ve böylece spermler tarafından dişi organizmasında kolayca bulunabilir.

Dişilerde amaç, büyük ovum üreterek döllenebilme şansını arttırmakken, erkekler çok sayıda sperm üreterek en azından birini hedefe ulaştırma olasılığını arttırmaya çalışırlar. Eğer erkek yalnızca birkaç sperm üretseydi ve bu spermlerin boyutu dişinin yumurtası büyüklüğünde olsaydı, spermin ovuma rastlama olasılığı çok daha az olacaktı.

Poliandroik (dişinin birden fazla erkekle birleştiği) canlılarda, testis boyutları büyüktür ve sperm üretimi fazladır. Örneğin poliandroik olduğu bilinen balinada testisler 3 m boyutlarına ulaşır ve ağırlığı yaklaşık 500 kg'dır. Dişi, değişik çiftleşmelerden aldığı spermlerle doludur.

Sperm üretimi yalnızca genetik faktörlere bağlı değildir. Aynı zamanda sosyal faktörlere de dayanır. Dişi ile erkek arasında seksüel hayat açısından değişik alternatifler vardır. Monogamide dişi ile erkek arasında çoğunlukla hayat boyu bir ilişki olur. Eğer partnerlerden biri ölürse, genellikle yaşayan hayvan yeni ilişkiye girmez. Poligam hayvanlarda bir erkeğin birden fazla dişiyle ilişkisi vardır. Genç erkekler fertil hale gelince grubu terketmek zorunda kalır.

Bazı bedensel (somatik) özellikler, üreme stratejisine bağlı olarak değişiklik gösterir. Örneğin erkek goriller dişiye oranla çok daha iri ve güçlü vücut yapısına sahiptir. Bu, en iri bedene sahip olana, dişiyle ilişkiye girme yarışında, diğer erkeklere göre avantaj sağlar. Güçlü olan erkek, dişiyle beraber olur. Ancak bunun tersine gorillerin testisleri ufaktır ve deforme sperm oranı yüksektir. Dişi goriller ovulasyon belirtisi göstermezler.

Bu senaryo, poligam olan şempanzelerde tamamen faklıdır. Erkekler, dişiye oranla daha iri olsa da, bu onlara üreme sırasında ilişki girme yarışında avantaj sağlamaz. Çünkü cinsel ilişki ve üreme için esas yarış intra-vajinaldir (vajen içi). Bu nedenle testisleri çok büyük, sperm sayıları yüksek ve deforme sperm oranı düşüktür.

İnsanlar da, seksüel olarak dimorfizm (şekil farklılığı) gösterirler. Erkekler kadınlardan yaklaşık yüzde 10-15 oranında daha uzundur. Testisler ufak, ejakülatta (meninin penisten fışkırır biçimde dışarı atılması) bozuk, sperm oranı yaklaşık %40'dır. Kadınlar ovulasyon (yumurtlama) belirtilerini göstermezler.

Cinsel ilişkinin yalnızca ovulasyon döneminde olması gerekmez. Diğer yandan, göğüsler ve penis gibi son derece belirgin ikincil seks karakterlerine sahiptirler. Bu yönleriyle gorillere benzeyen insanlar "seri monogam" olarak kabul edilebilir. Belki de bu özellikleri, yüksek boşanma oranının bir açıklaması olabilir.

Amerika'da yapılan bir çalışma, son 5 yıl içinde boşanma oranının %49'dan %51'e çıktığını ortaya koymuştur. Evlilik dışı ilişki sıklığı erkekler arasında %80'e kadar çıkmaktadır. Bu oran kadınlar arasında da hemen hemen aynıdır. Bu nedenle insanlar monogam değildir. Ancak sosyal ve kültürel faktörler, tekeşli ilişkilerin tercih edildiği bir toplum düzeni meydana getirmiştir.

Evlilik sırasında erkekle kadın arasında yaş farkı gözlenmesi ve tekrar evlenenler arasında bu yaş farkının daha fazla olması, erkeklerin daha fertil kadınları tercih ettiğini göstermektedir. Bu durum "seri monogami" görüşünü desteklemektedir.

Cinsiyet Oluşumunun Üremeyle İlişkisi

Çocuğun cinsiyeti seks kromozomları dışında bazı istisnai durumlardan da etkilenebilir. Doğumdaki cinsiyet, özellikle gebe kalma zamanı ile ciddi olarak değişebilir. Menstrual siklusun (adet döngüsü) fertilizasyon (döllenme) dönemlerine göre, erken veya geç evrede gebe kalındığında daha çok erkek çocuk doğmaktadır. Bugünlerin ortasında ise, LH pikine yakın günlerde kız çocuk olma olasılığı çok daha yüksektir.

Dünya Savaşlarının doğumdaki cinsiyet oranına büyük etkisi olduğu gözlemlenmiştir. Cephe görevi öncesi veya kısa süreli evde kalma sırasında cinsel ilişki oranının çok yüksek olması, LH pikinin düşük olduğu dönemlerde erken fertilizasyon oranını artırarak, daha çok erkek çocuk doğmasına neden olmuştur.

Memelilerde sperm oluşumu sırasındaki dış ortam sıcaklığı çocuğun cinsiyetini etkileyebilmektedir. Yarasa ve farelerde, ısının yüksek olması daha fazla erkek yavru, ısının düşük olması daha çok dişi yavrunun doğmasına neden olmaktadır. İnsanlarda da buna benzer bir etki gözlenebilir. Bu durum sıcaklığın sperm oluşumu üzerine etkisinin bir kanıtı olabilir.

Mevsimler de dünyadaki pek çok yaşam formu için büyük bir sorundur. Çünkü çocuğun yaşaması ısıya, su ve yiyecek sağlanabilmesine bağlıdır. Evrim sırasında bu sorunu aşabilmek için birtakım adaptasyonlar gelişmiştir. Hayvanların üreyebilme süreleri yıl içinde birkaç hafta veya ay ile sınırlandırılmıştır. Bunda amaç, yavrunun en uygun yaşam şartlarının sağlanabileceği dönemde dünyaya getirilmesidir.

Peki tüm mevsimlerde üreyebilen insanlarda durum nasıldır? Tamamen mevsimlerden bağımsız mıdır? Yapılan çalışmalar aylara ve mevsimlere göre kesin farklılıklar olduğunu ortaya koymuştur. Ancak değişiklikler kalıcı değildir. Bunun nedeni mevsimsel özelliği kazandıran biyolojik etkilerin sosyal etkiler sonucu ortadan kalkmasıdır. İnsanlar çevre iklim koşullarından, ısıtılmış veya soğutulmuş ortamlarda yaşayarak yalıtılmışlardır.

Sonuç

Evrim süresince insanoğlu bilişsel ve analitik yeteneklerini hayvanların düzeyinin üstüne çıkarmıştır ve diğer nesillere kültürel bilgi aktarımı artarak devam etmektedir. Ancak insan tamamen rasyonel değildir, inkâr edilemeyecek genetik kökenleri vardır. Bu genetik köken, insanın sosyal ve içgüdüsel davranışlarında (üreme gibi) etkinliğini göstermektedir.

Kokuların Sırrı

İlişkiler, feromon adı verilen moleküller tarafından tayin ediliyor. Aşkı bile kontrol eden bu zerrecikler, burnu uyararak beyne sinyal gönderilmesini sağlıyor. Karşı cinsi uyarmak, feromonlarla mümkün. Feromon zerrecikleri burun içinde bulunan VNO merkezini uyararak uyarının cinsine göre beynin gerekli bölgelerine sinyal gönderilmesini sağlıyor.

Bilim-kurgu filmlerini anımsatan denemeler ABD'nin dünyaca ünlü Harvard, Massachussets ve Chicago Üniversitesi araştırma laboratuvarlarında yapıldı. Feromon moleküllerinin nasıl çalıştığı konusunda kesin bir bilgi edinilmemesine rağmen bazı böceklerin, arı ve güvelerin kilometrelerce uzaktan karşı cinsi tespit ederek, sinyal göndermeleri ve buluşmaları Feromon'lara bağlanıyor.

Bir diğer araştırmaya göre, eskilerin telepati dediği olay, modern tıpta Feromonlarla açıklanıyor. Birlikte oturan kadınların adet günlerinin aynı zamana rastlaması, tek başına yaşayan erkeklerin sakal ve saçlarının geç çıkması, birlikte yaşayan insanların birbirlerine benzer davranışlar göstermeleri feromonlar sayesinde oluyor.

Harvard ve Massachussets Üniversitelerinde fareler üzerinde yapılan deneylerde, TRP2 adı verilen moleküllerin, Feromonların kimyasal sinyallerini sinirsel sinyale dönüştürme gücüne sahip olduğu saptandı.

Bir süre önce ABD'de satışa çıkan Pher-Amore isimli aşk şampuanı da henüz kanıtlanmamış olsa bile aynı esası uyguluyor. Beyinde cinsel uyarı sağlayan şampuandaki feromonlar, şampuanı kullanan kişinin karşı cinse ilgi duymasını sağlıyor.

Chicago Üniversitesi'nde yapılan bir başka deneyde ise adet gününde kadınların koltuk altlarından alınan ter ve koku örnekleri, iki ay süreyle günde bir kez, adet günü aynı güne denk gelmeyen kadınlara koklatıldı. Deneyin neden yapıldığı konusunda bilgi sahibi olmayan kadınlar, iki ay sonra ter ve beden kokusunu bilmeden kokladıkları kadınla aynı adet gününü paylaştılar.

Araştırmalar henüz başlangıç safhasında. Bilim adamları ve önde gelen tıp otoriteleri, birkaç yıl içinde Feromonların gizemini çözeceklerini söylüyor. Başarılı olurlarsa döllenme, kısırlaştırma, doğacak çocukların cinsiyetini tayin etmek, ameliyat gibi yöntemler yerini feromonlara bırakacak.

Cinsiyetin Sırrı

Amerikan bilim adamları, cinsiyetin belirlenmesinde önemli rol oynayan bir gen buldu. St. Louis Washington Üniversitesi`nden bilim adamları, farelerin gelişiminde ve organların oluşmasında önemli rol oynayan Fgf9 adlı proteinin eksikliğinin etkisini, bu proteini üreten geni devre dışı bırakarak araştırmak istedi.

Bu amaçla deneylerini sürdüren bilim adamları, tesadüfen farelerin hemen hemen hepsinin dişi olduğunu tespit etti. Bilim adamları böylece, embriyonal evrede anormal cinsiyet gelişimleri tedavisinin mümkün olacağını söylüyorlar.

ABD`de yayımlanan Cell Dergisi'ndeki habere göre, bilim adamı David Ornitz ve çalışma arkadaşları, yeni doğan farelerde prostat bezi ararken, farelerin hemen hepsinin dişi olduğunu gördüklerini söyleyen Ornitz, Y kromozomu taşıyan farelerin bile dişi olduğunu tespit ettiklerini vurguladı.

Dişi olmayan farelerin ise anormal testislere ya da yumurtalık ve testis karışımı bir dokuya sahip olduklarını söyleyen Ornitz, Fgf9 proteinin embriyonal gelişme evresinde, cinsiyeti belirleyici rol oynadığını belirtti.FgF9 proteininin tüm memelilerde bulunduğunu kaydeden Ornitz, ilerde, embriyonal evrede anormal cinsiyet gelişimlerini tedavi etme imkanlarının olabileceğini söyledi.

Cinsiyetin Sırrı

Amerikan bilim adamları, cinsiyetin belirlenmesinde önemli rol oynayan bir gen buldu. St. Louis Washington Üniversitesi`nden bilim adamları, farelerin gelişiminde ve organların oluşmasında önemli rol oynayan Fgf9 adlı proteinin eksikliğinin etkisini, bu proteini üreten geni devre dışı bırakarak araştırmak istedi.

Bu amaçla deneylerini sürdüren bilim adamları, tesadüfen farelerin hemen hemen hepsinin dişi olduğunu tespit etti. Bilim adamları böylece, embriyonal evrede anormal cinsiyet gelişimleri tedavisinin mümkün olacağını söylüyorlar.

ABD`de yayımlanan Cell Dergisi'ndeki habere göre, bilim adamı David Ornitz ve çalışma arkadaşları, yeni doğan farelerde prostat bezi ararken, farelerin hemen hepsinin dişi olduğunu gördüklerini söyleyen Ornitz, Y kromozomu taşıyan farelerin bile dişi olduğunu tespit ettiklerini vurguladı.

Dişi olmayan farelerin ise anormal testislere ya da yumurtalık ve testis karışımı bir dokuya sahip olduklarını söyleyen Ornitz, Fgf9 proteinin embriyonal gelişme evresinde, cinsiyeti belirleyici rol oynadığını belirtti.FgF9 proteininin tüm memelilerde bulunduğunu kaydeden Ornitz, ilerde, embriyonal evrede anormal cinsiyet gelişimlerini tedavi etme imkanlarının olabileceğini söyledi.

Cinsel Evrim

İnsan cinselliğinin evrimiyle, hayvan cinselliğinin evrimi arasında paralellikler var. İstanbul Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ateş Kadıoğlu, Batı ülkelerinde yapılan araştırma ve istatistiklerden de yararlanarak, insan cinselliğinin geçirdiği evrimi hayvanların cinselliğine dayanarak araştırıyor. Kadıoğlu'nun araştırması, cinsel organların evriminden, erken boşalmanın nedenlerine uzanan ilginç sonuçlar ortaya koyuyor.

İnsanoğlu'nun evrim sürecinde yaşadığı cinsel değişimleri araştıran uzmanlar, hayvanların cinsel yaşamına bakarak, nereden nereye geldiğimizi bulmaya çalışıyorlar. Çeşitli ülkelerde yapılan istatistiklerden de destek alan çalışmalar, şimdiye kadar bilinen gerçekleri değiştirip, cinsellikle ilgili belki de aklımızdan hiç geçirmediğimiz teorileri ortaya atıyor.

Türkiye'de bu konuda çalışan İstanbul Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ateş Kadıoğlu, doğada cinsel yaşamı insana benzeyen birçok hayvan bulunduğunu ve cinsel işlev bozukluğu olarak algılanan bazı davranışların, bu yöntemle açıklanabileceklerini söylüyor.

Goriller de Monogam

Çalışmalarını Dr. Bahar Eryaşar'la sürdüren Prof. Dr. Kadıoğlu'nun ilk saptaması, insanoğlunun şimdiye kadar söylendiği gibi monogam (tek eşli) değil, ‘seri monogom’ olduğu. Boşanma sayılarındaki artışın bunun en büyük kanıtı olduğunu belirten Prof. Dr. Kadıoğlu, şunları anlatıyor:

‘‘Bu açıdan doğaya baktığımızda, gorillerle insanlar arasında bir benzerlik var. Onlar da seri monogom. Yani bir eşle bir süre birlikte olduktan sonra yeni arayışlara girip, başka bir partnerle, yaşamlarını sürdürüyorlar. İnsanlar da böyle. ABD'de son 5 yılda boşanma oranı yüzde 49'dan yüzde 51'e yükselmiş. İstatistiklere göre çiftlerin 5 yıl evli kalma oranları yüzde 80.’’

Prof. Dr. Kadıoğlu'nun bu saptamasına baktığımızda, yaşamı boyunca bir kaç kez evlenip boşananlar, ‘mutluluğu bulamamış’ olanlar değil ‘doğal davranışlarına kendilerini bırakanlar’ olsa gerek.

Hayvanlarla insanların cinsel dünyasındaki en büyük fark, cinsellikten haz almak. Prof. Dr. Kadıoğlu, memelilerde insan dışında sadece ‘bonobo’ denilen minyatür şempanzeler ve yunusların, ‘cinsellikten haz’ aldıklarını söylüyor. Prof. Dr. Kadıoğlu, insanların, cinsellikten haz alma sürecini şöyle anlatıyor:

‘‘Doğadaki hayvanların dişilerinde östrus (kızgınlık dönemi) vardır. Dişi, yumurtlama zamanında, vücudunda renk değişimi, farklı sesler çıkarma gibi çeşitli şekillerde erkekle birlikte olmak istediğini dışa vurur. Yumurtlama zamanları da yavruların, sıcak ve yiyecek bulunabilen mevsimlerde doğup, yaşama şanslarının yüksek olacağı aylarda doğmasını sağlayacak mevsimlerdir. İnsanlar, mağaralarda yaşamaya başladığı zaman, doğanın etkileri azalmıştır.

Artık üremenin belli bir tarihe bağlı olmasına gerek yoktur. Binlerce yıllık süreçte, artık cinsellik üremeye bağlı olmaktan çıkıp, zevk haline gelmiştir. İnsanları hayvanlardan ayıran beyindeki ‘limbik'bölge gelişip, duyguları ve cinsel sevki ortaya çıkarmıştır. Artık insanlar, cinselliğe her zaman açık hale gelmişlerdir. Doğada yüzyüze sevişen bir tek insanlardır. Çünkü insanlar, cinsel hazzı duyarlar ve birleşme sırasında partnerlerinin yüzünü görmek isterler.’’

Çok eşliler daha çok sperm üretiyor

Prof. Dr. Kadıoğlu, insanlarla hayvanlar arasında erkek cinsel organları açısından da çeşitli farklar olduğunu söylüyor. Vücutların büyüklüğüne oranlandığında insanlarda, erkeklerin testislerinin küçük ancak cinsel organlarının büyük olduğunu vurguluyor. Küçük testislerin, seri monogomiden kaynaklandığını belirten Prof. Dr. Kadıoğlu, benzeri birliktelikleri tercih eden gorillerin de testislerinin küçük olduğunu, ancak şempanzeler gibi çok eşli yaşayan hayvanların testislerinin büyük olduğunu anlatıyor.

Prof. Dr. Kadıoğlu, testis boyutu ile sperm üretiminin doğru orantılı olduğunu ve çok eşli olduğu için fazla sperm üretmek zorunda olan hayvanlarda testislerin daha büyük olduğunu söylüyor. Gorillerle, insanların ürettikleri sperm sayıları da birbirine benziyor.

Prof. Dr. Kadıoğlu, erkeklerdeki erken boşalma gibi kadınlarda, vajinanın dışa yakın bölümündeki kasların istemsiz olarak kasılmasıyla ortaya çıkan ‘vaginismus'un da doğadan kaynaklanabileceği hipotezini ortaya atıyor. Poligamik yaşayan dişi kurtlarda da vaginismus görüldüğünü ve cinsel birleşme sonrasında erkeğin bir türlü dişisinden ayrılamadığını belirten Prof. Dr. Kadıoğlu, dişi kurtun bunu, üremeyi hoşlandığı erkekle sürdürmek ve bir sonra gelecek olanı reddetmek için yaptığını söylüyor. Çünkü spermler, üreme için gidecekleri yolu 2 saatte alıyorlar.

Eskiden Peniste Kemik Vardı

İstatistiklere göre, La Peroni, erkeklerin yüzde 1'inde görülülüyor. Bu hastalığın tanımı 250 yıl önce yapılmış. Genellikle, vahşi seks yapan erkeklerde 55-60 yaşlarında ortaya çıkıyor. Hastalığın belirtileri, cinsel organda eğilme, sertleşme sırasında ağrı ve cinsel organ üzerinde nodül oluşması. Bu hastalıkla, erkek cinsel organının, ‘kıkırdaklaştığı, taşlaştığı, kemikleştiği'ni anlatan Prof. Dr. Kadıoğlu, insan erkeğinin cinsel organlarında da bazı hayvanlarda olduğu gibi geçmişte kemik olabileceğini söylüyor.

Prof. Dr. Kadıoğlu, kemik olmadığı için penisin büyüme kapasitesinin ve hareket kabiliyetinin arttığını ve bunun da kırılma benzeri etkilerle, penisin taşlaşmasına neden olan La Peroni hastalığına neden olduğunu anlatıyor. Hastalık, bacaktan alınan damar yaması ile tedavi ediliyor.

Cinsel birleşme sırasında çekilen MR'lara göre insanlarda erkek cinsel organı 120 derecelik bir açı yapabiliyor. Bu sırada bütün ağırlık, cinsel organın ortasında taşınıyor ve cinsel organın kılıfı taşlaşıyor. La Peroni hastalığı, cinsel organda nodüllerde oluşuyor. Nodüllerin yüzde 95'i cinsel organın sırtında, yüzde 5'i ise yanlarda görülüyor. Hastalık, önce ilaç sonra da ameliyatla tedavi ediliyor.

Erken boşalma aslında bir avantajmış

Erken boşalma, erkeklerde en çok görülen cinsel işlev bozukluklarından biri. Prof. Dr. Kadıoğlu, bunun bir hastalık olup olmadığını sorguluyor. Türkiye'de bu konuda istatistik bulunmadığını ancak Venezüella'da erkeklerin yüzde 42'sinin erken boşaldığının belirlendiğini anlatan Prof. Dr. Kadıoğlu, bu konuya da şöyle açıklık getiriyor:

‘‘Erkeğin 2-5 dakika arasında boşalması ‘erken boşalma'

olarak adlandırılıyor. Ancak, nüfusunun yüzde 42'sinde görülen bir şey, hastalık olabilir mi? Bu neredeyse, erkeklerin yarısı demek. Doğaya dönüp baktığımızda, erken boşalmanın bir avantaj olduğunu görüyoruz. Doğada, dişiye, spermlerini çabuk aktarmak, soyunun devamını sağlamanın en iyi yolu. Çünkü çiftleşme sırasında, avlanma olasılığı çok yüksek. Bu nedenle çabukluk önemli. İnsanoğlu da vahşi doğadan uygar yaşama geldiğine göre henüz evrimini tamamlamamış olabilir. Erkeklerin vücudu henüz bunu ayarlayamamış.’’

Bu erkekler için bir müjde mi yoksa felaket mi bilinmez ama Prof. Dr. Kadıoğlu, erken boşalmanın doğaya bağlı olduğunu söylüyor ve hemen ardından ekliyor: ‘‘Evrim belki 200 bin yıl sonra tamamlanacak ve erkeklerin böyle bir sorunu kalmayacak.’’

Beyin kafayı, kafa vajinayı, vajina penisi büyüttü

Prof. Dr. Kadıoğlu, insanlarda, erkeklerin cinsel organlarının büyük olmasının da, evrim sürecinde gelişen beyinle ilgili olduğunu anlatıyor.

İnsanların beyinlerinin gelişmesiyle, kafalarının büyüdüğünü belirten Prof. Dr. Kadıoğlu, ‘‘Kafa büyüyünce, doğurmak için kadınların vajinaları da genişlemek zorunda kaldı. Böyle olunca, erkeklerin cinsel işlevlerini yerine getirebilmeleri için cinsel organları da büyüdü’’ diyor. Yani, evrim sürecinde, insanların gelişen beyinleri, erkeklerin doğadaki benzerlerinden daha büyük cinsel organa sahip olmalarına neden oldu.

Aşkın Kimyası

Romeo ve Juliet hikâyelerinin kimyasal yönünü araştıran bilim adamlarına göre, ilk bakışta aşk 'tıbben mümkün'. Üstelik bunu sağlayan kimyasal karışım, uzun bir beraberliğin garantisi. İlk bakışta aşkın mistik bir yanı olmadığını iddia eden bilim adamlarına göre aşk ve cazibeyi yöneten duygular değil, moleküller.

İlk bakışta birbirinden etkilenen çiftleri inceleyen New Mexico Üniversitesi biyologları, simetrik kemik yapısının, beğenide etkili olduğunu ve bunun, doğacak çocukların genetik yapısını belirlediğini söylüyor. Araştırmaya göre, erkeklerin yüzde 60 ila 80'i kalça ölçülerini, doğurganlığın bir simgesi olarak algılıyor. Kadınlar ise feminen yüz çizgilerine sahip erkekleri daha yumuşak ve güvenilir bulup, etkileniyor.

"Yanıma Gel" Bakışı

Partide, bir erkekle gözgöze gelen kadının gülümsemesi ise bilimsel olarak şöyle açıklanıyor: Kadının beyninde, görsel ve işitsel algı merkezlerini kontrol eden bölüm, sinirlerin verdiği elektriği ileten dopaminleri harekete geçiriyor. Beynin, bu kimyasal reaksiyonu sonucunda, kadın erkeğe farkında olmadan "yanıma gel" bakışı gönderiyor.

Bu, motivasyonun etkisiyle yaklaşan erkeğin feromenleri, kadının hipotalamusuna ulaşarak, erkeğe "Evet, daha yaklaşabilirsin" bakışıyla geri dönüyor. Hipotalamusun yarattığı kimyasal reaksiyonlar sayesinde, bedenler birbirlerine 'seni çok çekici buluyorum'anlamına gelen sinyaller gönderiyor: Gözbebekleri büyüyor, kalp atışı hızlanıyor, yüz kızarıyor, cilt hafif hafif terlemeden dolayı parlaklaşıyor.

Gecenin sonunda ise telefon numaraları veriliyor. Ertesi gün kadının veya erkeğin bir önceki geceye ilişkin anıları dopamin hareketlerini hızlandırıyor ve telefona yöneltiyor. Konuşmada, seslerin de olumlu etkisiyle, ilk karşılaşma anındaki haz tekrar kendini hissettiriyor ve birbirlerini görmek istiyorlar.

Aşkın kimyasal yönünü inceleyen bilim adamlarına göre, insanları evlilik ve tek eşliliğe iten sadece sosyal gelenekler değil. Bu görüşü savunan uzmanlar, sadakatin temelinde, dışarıdan farkedilemeyen kimyasal ve hormonal bir karışımın yattığını iddia ediyor.

'Karışımın' varlığı, hayatın en önemli kararlarından olan evlilik kararının alınmasını kolaylaştırıyor. Bu görüşe dayandırılarak, birbirine uymaz gibi görünen kişilerin, birbirini nasıl çekici bulduğu ve en kötü zamanlarında bile nasıl ayrılmadıkları açıklanıyor.

Aşkın Bilimsel Yönü

Bir kadını erkeğe ya da bir erkeği kadına çeken nedir? Erkek kadının güzel gözlerinden, gülüşünden, kadın ise sempatik davranışlarından ya da kültüründen etkilenmiş olabilir. Tüm bu etkenler geçerli olmasına rağmen, erkekle kadın arasındaki çekimde DNA'nın rolünü unutmamak gerekiyor.

Bern Üniversitesi'nden Claus Wedekind'in araştırmasının sonuçlarına göre kadın ya da erkek olsun karşı cinsin DNA'sının kokusundan etkilendiğinde bir çekim hissediyor.

Wedekind araştırması sırasında, altı kişiden, her tür kokudan olabildiğince arınmış bir ortamda, üst üste iki gün aynı tişörtü giymelerini istedi. Daha sonra erkek ve kadınlardan oluşan 100 denek bu tişörtleri koklayarak tercihlerine göre sıraladı.

Deneme sonunda, giysiyi taşıyanların bağışıklık sisteminden sorumlu bir grup geni (CMH) koklayanlarınkinden ne kadar farklı olursa, kokunun da o derece hoş bir etki yarattığı belirlendi. Kısacası, DNA kokusu, aşkı oluşturan "faktör kokteyli" içerisinde önemli bir yere sahip. Aşk ise evrimin, cinselliğimizin "bir işe yaramasını" sağlaması için yarattığı araçtan başka bir şey değil.

Peki, seks neye yarıyor? Bebek yapmak için niçin bir kişi gerekiyor? Biyologlar bu soruya yanıt olarak, "seks genetik çeşitliliğin kaynağı olduğu için doğa tarafından yeğleniyor" diyorlar. Doğadaki türlerin %5'inden çoğunun üremek için seksi yeğlemesi, bu yöntemin önemli bir avantaj sunmasından kaynaklanıyor.

Bu üretim mekanizması gerçekte, evrimin yaşamın ortaya çıkışından beri uygulamaya koyduğu "olasılıkların oyunu" nun temel ilkesine dayanıyor.

Cinsellik, genetik kombinezonları sürekli yenileyerek, insanların değişen koşullara uyum sağlamasına katkıda bulunuyor. Kadın ya da erkek kendisinden yeterince farklı birisiyle çiftleşerek, daha çok çeşitliliğe dolayısıyla soyunun çevre koşullarında gelecekte meydana gelebilecek değişikliklere daha iyi uyum sağlamasına neden oluyor.

Öte yandan, üreme sürecinde en büyük sorumluluk kadına düşüyor. Erkek yapı gereği, aile kurduktan sonra da "başka eşler" aramaya yatkın olduğu için kadın eşini ararken yalnızca iyi gen bulmak değil aynı zamanda kalıcı bir birlikteliği sağlamak için de çabalıyor.

Aşk Hapı

ABD'li doktorların son araştırmaları gösteriyor ki aşk kimyasal bir durum ve dopamin, feniletilamin, oxytosin ve norepinephrine içeren bir hapla aşk hali yaratılması mümkün. 1999'dan beri aşkın kimyasını çözmek için uğraşan Emory Üniversitesi, aşkın kimyasını şöyle açıklıyor: "Dopamin, amfetaminin kimyasal bir kuzeni ve kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor".

Norepinephrine, adrenalin üretimini arttırarak ayaklarımızı yerden kesip kalp çarpıntısına neden oluyor. Beynin hipotalamus bölgesinde üretilen oxytosin ise bir insana şefkat duymamızı, onunla ilgilenmemizi sağlıyor. Bütün bunların sonunda da aşk hali ortaya çıkıyor.

Monash Üniversitesi uzmanları ise aşk ilacını ilk kez ortaya atanlardan. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Bölümü'nden Dr. Ali Yağız Üresin ise, "Dopamin coşku durumunda artar ama en çok da şizofrenide yükselir. Aşk ilacı yaratırken şizofreniye de neden olabilirsiniz" diyor.

22 Kasım 2007 Perşembe

Cinsel İsteksizlik

İsteksizliğin cinselliği tamamen etkilemesi nadirdir. Daha sık olarak cinsel istekte azalma olur. İsteksizlik belli bir eşe veya sevişme şekline olur. Sevişmeden kaçınma, özellikle diğer eşin arzu ve talepleri olduğunda çoğalır. Kadınlarda daha çok pasif direnme ve iğrenme görülürken, erkeklerde başarısızlık korkusu nedeniyle cinselliğe uzak durma daha çoktur.Klinik başvurularda cinsel isteksizlik, kadınlarda erkeklerden daha fazladır. Genellikle çiftler arasındaki sorunları yansıtır. Bazı kadınların kendiliğinden cinselliğe ilgileri yoktur fakat eşlerinin yaklaşımına fizyolojik bile olsa yanıt verir, uyarılır ve orgazm olurlar. Kadınlarda aşk cinsel isteği artıran bir etkendir.Erkekte sertleşme güçlüğü, penisteki ereksiyon süre ve gücünün, cinsel ilişki için yeterli olmaması halidir. Çoğu erkekte işlev bozukluğu daha çok cinsel birleşme sırasında ortaya çıkar, mastürbasyon veya ön sevişme sırasında sertleşme zorluğu daha azdır. Sertleşme tepkisi psikolojik etkenlere çok duyarlıdır. Özellikle, endişe, fiziksel hastalıklar, ilaçların yan etkisi ve alkol önemli etkenlerdir. Bazı erkekler sönük bir penisle de boşalırlar. Bunlar zayıf hissedilen orgazmlardır ve doyurucu değildir.

Kendini Beğenme ve Nefret

Güzel kadınlar, mutluluklarının yarısına peşinen sahiptir; fakat sadece güzel oldukları için öteki yarıyı ellerinden kaçırır. Özellikle çok güzel kadınların çoğu kez mutsuz oluşu, kaderin bir cilvesidir.Güzel fakat soğuk kadınlar vardır. Böyle kadınların cinsel bakımdan az gelişmiş olmaları gerekli değildir. Oysa ki genellikle bunun tersi sanılır. Hiç kuşkusuz ki, böyleleri, öteki kadınların çoğundan daha güzeldirler, fakat bu güzellik başka etkenleri unutturacak kadar değildir. Bu tip kadınlar, kendilerinin bütün hemcinslerinden daha üstün olduklarına inanır, hiç değilse bunu umar.Güzellik kavramı gitgide genişlediği ve kadın güzelliği bir çok kategoriye ayrıldığı için, güzelliğin ne olduğu sorunu gitgide daha zor yanıtlandırılabilmektedir. Yüz güzelliğinin yerini akıl, dengeli yüz hatları, kişilik vs. alabilir. Birçok erkek sadece vücut güzelliğine önem verir, böyleleri için yüz güzelliği önemsizdir.Birtakım güzel kadınlar, sürekli kendilerine iltifat edilmesini, çevrelerinin hayranlığını uyandırmayı ve olanaklı olduğu kadar çok erkeğin gönlünü fethetmeyi ister. Bu amaçlarına ulaşmak için her türlü yola başvururlar. Böyle bir kadın, "seni seviyorum", derse, bu, erkeğin ona karşı gösterdiği hayranlığı sevdiği anlamına gelir, erkeğin kendisini değil. Kadın erkekle evlenebilir, fakat bunu toplumsal nedenlerle yapar. Erkek, kadının kendisini ona tamamıyla verip vermediğinden emin değildir. Kadın cinsel yaşamın, güzelliği üzerinde kötü etki yapabileceğini düşünür, hatta kendisinin bu iş için çok fazla değerli olduğunu düşünebilir.Böyle bir kadını, cinsel soğukluk korkutmaz. Fakat erkek hayal kırıklığına uğrar, evlilik çoğu kez boşanmayla son bulur. Kadın, erkeğin arzularına boyun eğse bile, bunu görev duygusuyla yapar, eşine sadece vücudunu ödünç olarak verir.Erkek ne kadar uğraşırsa uğraşsın, eşinde zevk duygusu uyandıramaz. Bu sırada kadın birleşmenin bir an önce sona ermesini dört gözle bekler. İçi kuşkuyla doludur; öpüşmek, dudaklarında ve vücudunda iz bırakacaktır. Ertesi gün görünüşü nasıl olacaktır, acaba vücudu çirkinleşecek midir? Bu davranış doğaldır ki erkek'e, eğer çok vurdumduymaz değilse, birtakım nevrozlar oluşturacaktır.Kadın, bu soğukluğu üzerine kafa yormazsa, durumu umutsuz demektir. Fakat tipik kendini beğenmiş kadınların dışında, bir dereceye kadar kendilerini beğenen kadınlar da vardır; bunlar cinsel soğukluklarının nedeni üzerinde kafa yorar ve buna çıkar yol arar. Böyleler!, kocalarına ortalama kadınlar gibi bağlıdır ve cinsel yaşama karşı ilgileri normaldir.Fakat kendini beğenmişliklerini kocalarıyla tatmin etmek isterler. Bu noktayı daha iyi aydınlatacak bir örneği buraya alıyoruz: Bayan T., evliliğinin ikinci senesi içindeydi. Cinsel bakımdan soğuk olduğuna inanıyordu. Bana tedavi olmak için başvurmuştu. Kadının jinekolojik bakımdan normal olduğu teşhis edilmişti. Birkaç gün sonra ben, bay ve bayan T. ile görüştüm. Şunları öğrendim: Birçok Japon, evlilikleri aile tarafından planlanmasına karşın, bunlar sevişerek evlenmişti.Bayan T. güzeldi. Özellikle çekici bir vücuda sahipti. Bu çekiciliği ona gurur veriyordu, fakat başka tipik, kendi kendisine hayran kadınlar gibi, gururunu tatmin etmek için erkeklerin ilgisini çekmeye çalışmıyordu. Dışardan bakıldığı zaman bütün kadınlık erdemlerine sahipti.Birkaç hafta sonra orgazm olabiliyordu, evlilikte mutluluğu bulmuştu. Her ikisi de birbirlerini delicesine sevdikleri için, cinsel yaşamda birlikte ilerleme gösterdiler. Bir gece kadın yatak odasının loş ışığında, usta bir heykeltraşın elinden çıkmış enfes bir heykel gibi, çırılçıplak durdu ve kocasının banyodan çıkmasını bekledi.Çeşitli kereler kocası onu çıplak görmeyi arzulamıştı, fakat onun alçakgönüllülüğü, eşine kendisini çıplak olarak göstermesine izin vermiyordu. Banyo, yatak odasından birkaç adım uzaktaydı. Balayı yolculuğunda bile bay T. eşini çıplak görmek olanağını elde edememişti. Bay T., yatak odasına girdiği zaman mutluluktan adeta uçuyordu. Bayan T., bana şöyle anlattı: "Kocamın vücuduma baktığı anda, gözlerindeki parıltı gibi bir hayranlık ifadesini, o zamana kadar görmemiştim."Bayan T.'nin mutluluğu o güne kadarkinden çok daha fazlaydı. Bu olay, ona eşini nasıl uyarabileceğini öğretmiş ve kendi vücuduna güvenmeye başlamıştı. Bir süre bay T., yeni keşfinin zevkini çıkardı, fakat bu yaşantı çok sürmeyecek kadar güzeldi. Derken eşinin vücuduna o kadar hayranlık duymamaya başladı. Günün birinde karısına şöyle dedi: "Yeter artık!" bir zamanların hayranlık dolu gözleri yavaş yavaş yorulmuştu. Bir yandan da hayal kırıklığı artıyordu.Kadın ise, vücudunun çekiciliğini yitirdiğini düşünemiyordu; çünkü o zamana kadar hiç gebe kalmamıştı. Geceleri kocasının gözlerinin parladığını her görüşünde, onun kendi vücudunun çekiciliğine karşı duyduğu güveni artırmıştı. Vücudunu kocası artık her gün övmekten vazgeçince, hayal kırıklığına uğradı. "Yeter artık" sözündeki hakaret ise bayan T.'nin dayanma sınırını aştı.Genç kadının aklı fikri eşinin hayranlığını yeniden ne şekilde kazanabileceği konusundaydı. Bay T., zaman zaman övgü sözleri kullansa bile eşi bunları boş nezaket cümleleri şeklinde yorumluyordu. Bayan T.'nin kocasına karşı sevgisi azalmamıştı, fakat kocasının ona olan sevgisinde azalma olduğu düşüncesi içini kemiriyordu. Çünkü artık kocası ona hayran gözlerle bakmıyordu.Bu olay bazı sorunları kapsamaktadır. Belirli bir uyarmaya alışmanın doğurduğu aptalca duyarlılık. Fakat yukarda belirtilen gerçekler, kadının kendisini beğenmesiyle yakından ilgilidir. Bu beğenme ise onun evliliğinde oluşmuştur.Böylece cinsel bakımdan tamamıyla normal bir kadın, cinsel soğukluğa yakalanmıştır. Fakat kocasını gerçekten sevdiği için, birlikte orgazm oluyormuş gibi davranmıştır.Benzer durumlarda her ne kadar bazı kadınlar tam anlamıyla cinsel bakımdan soğuk duruma gelmese de, birtakım şeylerin eksikliğini çektikleri için tatmin olmaz.Cinsel soğukluk kendi kendisinden nefret etmekle de oluşabilir; bunun için, bu gibi kadınların çirkin olması gerekmez. Görünüşlerinden hoşnut olmayan kadınlar, mutsuzdur. Birçok mutsuz kadın, kendilerini erkeklerin beğenmediğine inanır. En mutsuzu ise, kendileriyle bu düşünceyi paylaşan bir erkekle evli olan kadınlardır.Kendinden nefret etmek sonucu ortaya çıkan cinsel soğukluğun, pek güzel olmayan kadınlardan çok, güzel kadınlarda görülüşü garip karşılanabilir. Aslında çirkin kadınları güzelleştirmek için uygulanan plastik ameliyatlar, genellikle güzel olan, fakat daha çok güzelleşmeyi isteyen kadınlar tarafından arzulanmaktadır.Bu çeşit cinsel soğukluğun kurbanı olan ya çok büyük ya çok küçük ya da sarkık göğüslerden yakınan kadınlardır. Bazıları ise küçük dudaklarının büyüklüğünden, sol ve sağ dudağın eşit boyutlarda olmayışından, bızırın ve öteki cinsel organların büyüklüğünden yakınır. Tüylerini ya çok az ya da çok fazla bulur ve bundan üzüntü duyarlar. Birçoğu gözlerinden hoşnut değildir. Daha önceden tedavi ettiğim bir hasta ise kendi karakterinden nefret ettiği için cinsel bakımdan soğuklaşmıştı.Birçok durumda kadının kendi kendisinden nefret edişinin nedeni, eşinin zayıf yönlerini eleştiren ve bunlarla alay eden düşüncesiz kocalardır. Vücutlarında eksiklik oluşundan evhamlanan kadınlardaki cinsel soğukluğun, kendini beğenen kadınlardaki cinsel soğukluk ile ortak yönleri vardır.Kadınların, kaçınılmaz şekilde, yılların geçmesiyle vücutlarının çekiciliğinin azalacağını öğrenmeleri gerekir. Cinsel çekicilik, erkeği ne kadar kusursuz etkilerse etkilesin, uzun bir evlilikte etkisinden yitirecektir. Cinsel uyarıların bol keseden harcanması, erkeği yorar. En değerli mücevher bile, her gün gözönünde durduğunda değerinden, çekiciliğinden yitirir. Mücevher iyi saklanmalı, yalnızca zaman zaman seyredilip hayranlık duyulmalıdır.Kadının sadece vücut avantajlarına güvenerek sevdiği erkeğin gönlünü kuşatmaya çalışması, büyük bir yanlıştır. Erkeğin sevgisi, vücut güzelliği kadar ruh ve kalp güzelliği ile de kazanılmalıdır. Cinsel çekicilik evlilik yaşamını sürdürmek için gereklidir. Fakat yalnız buna güvenmek yanlıştır.Aksi durumda akılsızlık edilmiş olur, zira vücut güzelliğini göstermeye meraklı olan kadın, kısa zaman sonra bunun çekiciliğini yitirdiğini üzülerek ayırdedecektir. Kadın ne şekilde çekici olduğunu bilmelidir, fakat çekiciliğini bol keseden harcamamalıdır.Öte yandan, kadın zayıf taraflarını gizlemeli, kuvvetli olduğu yönlerini ortaya koymalıdır. Vücut avantajlarının artık geçerli olmadığını anlayan kadın büyük üzüntüye kapılır. Fakat kendisini beğenmekle, kadın daha büyük üzüntülerle karşı karşıya kalabilir. Bir güzellik yarışmasını kazanmak hırsında olan veya tersine aşağılık komplekslerine kapılmış kadınlar özellikle dikkatli olmalıdır.Vücut güzelliği evlilik yaşamında sonsuzluğa kadar sürüp gitmeyeceği, eninde sonunda solmaya mahkum olduğu için, kişilik de yok olur, üzüntü daha da artar. Evlilikte erkeğin manevi sevgisi azalırsa, bunun sorumluluğu, çoğunlukla kadındadır.Zira kadın kendi vücut güzelliğine çok fazla güvenmiş, erkeğin sevgisini kazanmak için çaba göstermeyi savsaklamıştır. Nasıl sevilmek istediğini gayet iyi bilmiş, fakat kendisi sevgisini verememiştir. Bunun belki de ayırdına varmıştır, fakat sevmek ve bütün kalbiyle sevilmenin, karşılıklı bedeni sevgi değiş-tokuşu kadar cinsel yaşamda önemi olduğunu anlayamamıştır.

Kadında Utangaçlık

Utanç duygusu olmayan kadınlar, bir erkek için çekici değildir. Fakat aşırı utangaçlık çoğu kez zorluk doğurur.Çoğu zaman erkek, eşinin bir fahişe gibi davranmasını arzular. Cinsel yaşamda kadının utanç duygusu hiç bir zaman tamamıyla yok olmamalıdır.Hiç bir şey erkekte, utanç duygularını tamamıyla yitirmiş eş kadar hayal kırıklığı yaratmaz.Utanç, bir kadın içgüdüsü değildir. Bu, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak, eğitim yoluyla elde edilen bir özelliktir. Çoğu kez bu bir reflekstir, bazen de isteyerek yaratılır. İrade dışı utanç duygusu, kadının çekiciliğini artırır. Buna karşılık belirli şekilde açığa vurulan çekingenlik yalnızca kadının çekiciliğini azaltmakla kalmaz, erkeğin keyfini de kaçırır ve onu eşinden soğutur.Bazı «kadınlar, nasıl davranacaklarını bilemez; bunlar ne utanç duygusunu tamamıyla unutmalı, ne de bunu fazla abartmalıdır. Aksi durumda cinsel bakımdan soğuklaşırlar.'Fakat kadın cinsel yaşamda utanç duygusunu nasıl kontrol altında tutmalıdır? Erkek evliliğinin ilk günlerinde ihtiraslarıyla kadının utanç duygusunu gidermeye çalışırsa, kadın nasıl davranmalıdır? Aşağıdaki noktalara dikkat edilmelidir.1. Hiç bir kadın cinsel birleşime katılmamazlık etmemelidir. Utancını yatıştırıp, sadece cinsel yaşamı güzelleştirmek için gerekli olan kadarını saklamalıdır. Erkek, vücudunu çıplak olarak gördüğü zaman kadın büyük utanç duyabilir. Fakat utanmakta direttiği takdirde, kadın hiç bir zaman zevk duyamayacaktır.Okşamalarla ne kadar uyarılırsa uyarılsın, uyarıldığını duyumsadığı anda, tutuklaşacaktır. Kompleksler ne kadar artarsa, erkeğin okşamaları karşısında duyduğu zevk de o kadar azalacaktır. Sonuç olarak, cinsel yaşamdan aldığı zevk, duyduğu utanç duygusu oranında hafifleyecektir.2. Kadın, çekingenliği doğal yoldan nasıl açığa vurmalıdır? Bu, cinsel ilişkiden önce ve sonraki aşk oyunları için önemlidir. Kısa süre, konuşmadan, sessiz durmak; reddediş ifadesi olmayan, tatlı çekingenlik sözleri; hafif utanç; sırt dönmek; yüzün yana çevrilmesi; çekingen, fakat olumlu okşama, bütün bunlar cinsel birleşim sırasında utanç belirtileridir ve eş ile birlikte orgazma ulaşmaya yardımcı olurlar.3. Ara sıra kadın, bütün utanç duygularını bir yana atmalı ve yönetici rolü üzerine almalıdır; erkeği uyarmalı onu baştan itibaren yönetmelidir. Bu, uzun evlilik yıllarından sonra bir değişiklik yaratmak için önerilir.4. Çekingen ve ihtiraslı okşamalar, utanarak vazgeçme arzusunu ifade eden sözler ve tutuk tutuk aktif olma çabası, birleşim öncesi aşk oyunları konusunda önerilir. Özellikle kadın eşinin cinsel arzularını kamçılamayı istiyorsa, böyle davranmalıdır.Bu incelemelerden kadının büyük ruhsal yükün altına girmesi gerektiğini çıkarmak olanaklıdır. Fakat kadınların büyük bir kısmında belirli bir utanç duygusu vardır; ama bunu uzun evlilik yılları içinde kolaylıkla yitirebilirler. Aslında kadın için, her cinsel birleşimden önce ve sonra, kızlık günlerini anımsamak zor bir şey değildir. Eğer kadın böyle davranırsa, sevdiği erkeğin gözünde çekiciliğini yitirmez, erkek de ondan hiç bir zaman bıkmaz.Eşini sadece ilk günlerde utangaç bulan erkek, kısa zaman sonra onun şehvetli bir kadın olduğunu ayırdeder. Bir yıl geçince bir koca eşiyle başa çıkamadığını açığa vurur. Az sonra da eşinin kendisini çok fazla yorduğundan yakınır. Bu, evlilik sırasında duygularının artışını utanç duygusu ile dengeli duruma getirmeyen kadının tipik değişimidir.Fakat bir nokta hiç bir zaman unutulmamalıdır: Utanç duygusu ile nazlanmak veya aşırı kibar görünmek arasındaki ayrımdır bu nokta. Utanç ve nazlanmanın aynı psikolojik temelleri olabilir, fakat nazlanmak cinsel yaşamda mutluluğu hiç getirmez. Sadece erkeğin eşini reddetmesi için ona cesaret verir, hiç bir şekilde onun arzularını kamçılamaz. Hele uzun bir evlilikte erkek, eşinden bu nedenle tamamıyla soğur. Bilinçli olarak nazlanmak, sürekli cinsel soğukluğa bile götürebilir.

Kadında Pislik Duygusu

Birçok ahlakçı, uzun süre cinsel yaşamın günah olduğunu öğretmiştir. Gayretkeşlikle, evlenmemiş kızların bakire olmalarını zorunlu tutmuşlardır. Başka deyimle; cinsel yaşama karşı ilgi göstermeyen genç kadınlar, olumlu karşılanmıştır. Fakat bu ruhsal baskının altında ne kadar da çok kadın ezilmiştir!Burada bayan Y.'nin durumunu inceleyelim: Bayan Y., sıkı bir disiplinle yetişmiş, bir misyon okulunda eğitilmişti. Dini eğitim onu dindar bir genç kız durumuna getirmişti. Sürekli rahibe olacağını söylüyordu. Anne-babası ne yapacağını şaşırmıştı.Üzerinde durarak, genç kızın bu düşünceleri aklından silmesini sağlamışlar ve onu evlendirmişlerdi. Kuşkusuz anne-baba, genç kıza cinsel yaşamdan hiç söz açmamıştı. Genç kızın evlenmesini istedikleri için ona: "Kadının görevi evlenmek, çocuk doğurmak ve anne olmaktır", demişlerdi."Kadının Tanrıya hizmet etmesi için rahibe olması gerekmez. Eğer iyi birer Hıristiyan olan atalarımız evlenmeselerdi, çocuklar olmazdı. Evlenmekle sen Tanrı buyruğunun dışına çıkmış olmuyorsun. Onun öğretisini unutmadığın sürece sürekli Tanrıya hizmet etmiş olacaksın."Böylece genç kız, cinsel yaşamla ilgili bilgiden yoksun evlenmişti. Bu konuda bütün bildiği, çocuğun nereden geldiğiydi. Cinsel ilişkinin, organların birleşmesi anlamına geldiğini bilmiyor, yalnızca dokunmanın yeterli olduğunu sanıyordu. Erkek, onun cinsel organlarına dokunduğu zaman tüyleri diken diken olmuştu. Genç kadın buraya "idrarın çıktığı yer," diyordu. Şöyle yakınıyordu bayan Y.: "Ondan sonra aynı pis elleri ile yüzüme ve bütün vücuduma dokunuyordu."Bu düşünceler içinde zevk almaktan tamamıyla uzaktı. Dolayısıyla kaygan sıvı salgılanması da olmuyordu. Bu nedenle eşi kayganlık sağlasın diye kendi tükrüğünü kullanınca, kadın tiksintiden ürpermişti. İşin en kötüsü kocasının ona birdenbire sahip oluşuydu. Bayan Y. bunu beklemiyordu, gözleri karardı, az daha bayılacaktı.İlk yaşantıdan sonra bayan Y. kendisini cinsel birleşime hazırlamıştı. Bir çocuk sahibi olabilmek için bütün bunlara katlanması gerektiğini düşünüyordu. Fakat cinsel yaşamın pis ve günah olduğuna inanıyordu. Din kitaplarında bunu böyle okumuştu. Tanrıya yakarıyor, af diliyordu. Gerçekten de bir çocuğu oldu. Bundan sonra sık sık eşi ile ilişkide bulunmayı reddediyordu. Artık bir çocuğu vardı, niçin bu günahkar yaşamı daha fazla sürdürsündü? Üç yıl sonra bay Y. boşanmaya karar verdi. Boşanma nedeni olarak eşinin cinsel soğukluğunu gösterdi.İyi ki artık çok az sayıda kadın cinsel yaşamı dinsel ve ahlaksal nedenlerden günah olarak görüyor. Bununla birlikte birçok kadın, cinsel yaşamdan bilinçaltı bir suçluluk duygusu duyuyor.Aynı zamanda dışkı organları olarak da görev yapan cinsel organların pis olduğu düşüncesi, erkeklerde de çekingenlik yaratıyor. Gece yatmadan önce çiftlerin cinsel organlarını temizlemelerini öneren Dr. Van de Velde'ye, hak vermekteyim. Birçok insan bunu, her gece banyo yaptıkları için gerekli bulmamaktadır. Fakat, yatmadan önce, banyo yaptıktan sonra tuvalete giden erkek veya kadın, tekrar temizlenmeyi savsaklamamalıdır.Organlar hiç bir zaman dışkı ile temas etmemelidir. Gecelik veya pijama giyilmeden organların yıkanması önerilir. Bu arada bazı kadınlar, organlarını yıkamaktan kaçınırlar. Böyleleri sadece fahişelerin cinsel organlarını yıkadıkların düşünür. Erkeğinkilere kıyasla kadının cinsel organları daha karmaşıktır.Bızırın çevresinde, büyük dudakların içinde, bu organlarla büyük dudakların arasında kolayca smegma toplanır. Smegma idrar ile birleşir, çürür ve kötü bir koku çıkarır. Ne en pahalı parfümler, ne de en iç gıcıklayıcı gecelikler bu kötü kokuyu erkeğe unutturabilir. Hiç kuşku yok ki, erkek en kritik anda bütün arzularını yitirecektir.Eşini seven bir erkek, onda pis bir şey görmek istemez. Eşini tuvalette otururken gözünün önüne getirmeye yanaşmaz. Sevgi herşeyi güzelleştirir. Bu, evlendikten sonra uzun süre -olanaklıysa, bütün ömür boyunca- böyle kalmalıdır. Kadın, yatakta kocasının vücudunu bütün bölgeleriyle kabul etmelidir. Erkek eşinin her yerini öpmek ister. Ağız-cinsel organlar ilişkisi anormal karşılanmamalıdır.

Boşalmanın Gecikmesi

Düşüncelerin başka konulara yöneltilmesiyle boşalmanın planlı şekilde geciktirilişi alışkanlık haline gelebilir ve gerektiği zaman boşalmayı olanaksız kılabilir. Geciktirilen boşalmanın başka bir sonucu da boşalmanın birleşim uzadığı için çok geç kalmasıdır. Cinsel organlardaki uyarılma ne kadar fazla olursa olsun, erkek istediği halde boşalma olamaz.Bu arada o kadar bitkin düşmüştür ki, cinsel birleşimi yarım bırakmak zorunda kalır. Orgazmı kocası ile birlikte tatmaya alışan kadın, sabırsızlıkla bekler ve sürekli uyarılma ona acı verir. Cinsel ilişkiden zevk alınmalıdır; fakat zevk duygusunu çok fazla uzatan erkek, kısa zamanda bütün zevkini yitirebilir.Bay K., -28 yaşında- üç yıllık evlidir. Altı aydan beri geciken boşalmadan yakınmaktadır. Sonunda çoğu kez boşalamamaktadır ve cinsel birleşimi tamamlayamadan yarıda kesmek zorunda kalmaktadır. Bu, bayan K.'yi isterik duruma getirmiştir. Bay K., evlendiğinden beri boşalmasını isteyerek geciktirdiğini söylemektedir.Altı ay sonra eşiyle birlikte orgazma ulaşmayı hemen hemen gerçekleştirmiştir. Ondan sonra aklına, her kezinde eşini iki kez orgazma götürmek gibi parlak bir düşünce gelmiştir. Bazen başarılı bile olmuştur bunda. Fakat hırs ve gururu, bununla da yetinmemiştir.Kendisini, her kezinde başarılı olmak için frenlemeye zorlamıştır. Bunda da başarı göstermiştir. Fakat bay K., ayırdında olmadan çok tehlikeli bir yola girmiştir. Bu sürekli aşırı uyarılma, onun içini kemirmeye, onu kolayca yormaya başlamıştır.Sonunda yanlış davrandığını ayırt etmiş fakat artık iş ister geçmiştir. Şimdi cinsel birleşimi kısa zamanda tamamlamaya çalışmakta, eşiyle aynı anda orgazma varmayı istemekte, fakat boşalmak için ne kadar fazla çaba gösterirse, boşalma o kadar zor olmaktadır. Gitgide bay K., daha fazla bedensel ve ruhsal yorgunluktan yakınmaktadır.Zorluk ve şaşkınlık onun kendine güvenini yitirmesi sonucunu doğurmuştur; bu ıstırap gitgide boşalmayı geciktirmektedir. Bayan K., değişikliği duyumsamaktadır ve onun da kendine güveni azalmaktadır. Erkeğin o kadar uzun süren hareketleri bile, bayan K.'yi orgazma götürememektedir, yalnızca acı vermektedir. Zevk almak şöyle dursun, bayan K. eşinin yeniden başarısız kalacağı kuşkusunu bir türlü içinden silememektedir.Boşalmayı çabuklaştırmak için ateşli ileri geri hareketler yardımcı olamaz. Bunun yerine, penisin baş kısmının kenarlarını (Corona) uyaracak bir yöntem uygulanmalıdır. Baş kısmın vagina ağzına sürtündüğü, penisin ileri geri çekilmesi fena yol değildir; bu boşalmayı çabuklaştırmak için, etkili bir uyarılma sağlar. Kadınların çoğu heyecanlarının bir noktasında bir süre eşlerinin boşalmasını bekler ve birlikte orgazma ulaşır. Fakat boşalma çok gecikirse, kadın daha fazla bekleyemez ve erkekten önce orgazm olur.Kadın, erkeğin boşalmasından önce birkaç kez orgazm olsa bile, hâlâ son orgazmı erkekle birlikte tatmayı umar. Erken boşalmak gibi, eşinin orgazmından sonra boşalmak da, erkek için pek hoş bir şey değildir.

Erken Boşalma

Şaşılacak kadar çok sayıda erkek, erken boşalmanın kurbanı olduklarını sanır. Bunların pek çoğu bilgisizlikleri yüzünden bu derde yakalanmıştır. Bunların büyük bir oranı kadının orgazmından önce oluşan boşalmaları erken boşalma şeklinde görür. Oysaki erken boşalma diye, sadece penisin vaginaya girmesinden birkaç saniye sonra veya bazı aşırı durumlarda daha birleşme olmadan, penis henüz sertleşir sertleşmez oluşan boşalmaya denir.Erkek cinsel hareketlerin başlangıcından itibaren en az bir dakika boşalmasını geciktirebildiğinde, erken boşalma konusunda bir derdi yok demektir. Cinsel birleşim sırasında geciktirilebilen, fakat kadının orgazmından önce oluşan boşalma, ortak çabanın azlığına, özellikle erkeğin yetersiz şekilde çaba gösterişine bağlıdır. Fakat egoizminden dolayı ve eşi ile ilgilenmediği için kınanmalıdır.Ancak erkek deneyimsizse, cinsel teknik alanında bilgisizse ve bu yüzden birlikte orgazmı gerçekleştiremiyorsa hoşgörülebilir. Deneyimsiz bir erkek, evlendikten birkaç ay sonra orgazma eşi ile birlikte ulaşamamaktan dolayı endişeye kapılır ve bunu bir erken boşalma olarak görür. Bu karamsar tutum çok tehlikelidir, erkeği gerçekten erken boşalmaya, hatta iktidarsızlığa götürebilir."Normal" boşalmaya ulaşmak için bir cinsel birleşim ne kadar sürmelidir? Bu zor bir sorudur. Cinsel uyarılma, harekelerin derinliğine, hızına, kuvvetliliğine bağlı olduğu gibi, bunların sürekli oluşuna veya arada dinlenmek için zaman bırakılmasına da bağlıdır.Daha ötesi, erkeğin beyninin cinsel alanda uyarılması en önemli etkendir. Sürekli uyarılmada bile erkek, boşalmayı en son ana kadar geciktirebilmelidir, bu da ortalama üç dakikadır. Ustaca ara verişlerle ve duyguların başka yönlere çevrilmesiyle, boşalma geciktirilebilir ve 10 dakikalık, 30 dakikalık veya daha da uzun sürelik cinsel birleşimler sağlanabilir.Boşalma açısından daha başka yanlış anlamalar da vardır. Heyecanlanma sonucu, Cowper salgı bezlerinden salgılanan ve sidik borusu ağzından çıkan kaygan sıvı da boşalma diye görülür. Bu, cinsel konulardaki bilgisizliğin en acı örneklerinden biridir. Erkekten daha çok, kadında görülür. Kadın eşinin erken boşaldığını sanır ve bundan üzüntü duyar.Gerçek erken boşalmaların nedenleri nedir? Bu konuda iki ana neden vardır: Bunlardan birincisi penisin uç kısmının üzerini kaplayan, sünnet olan erkeklerde kesilip çıkarılan deridir. Öteki ise erkeğin ruhsal yapısıdır.Penisin uç kısmı çok duyarlı sinirlerle donanmıştır ve üzeri sümüksü tabakaya benzer bir deriyle kaplıdır. Bu bölge uyarılara karşı çok duyarlıdır. Erkek çocuklarda penisin uç kısmı, üzerini örten bir deri parçasının altındadır. Fakat penis büyüdükçe, çoğu kez derinin altından çıkar. Sünnet edilme sonucu bu deri parçası ortadan kalkınca, penisin baş kısmı elbiselerle doğrudan doğruya temas eder ve daha az duyarlı duruma gelir. Cinsel heyecanın uyanması daha gecikir.Bu nedenle sünnetsiz penisin uç kısmı ancak sertleşme sırasında deri parçasından dışarı çıktığı için, sünnetli bir penise göre çok daha duyarlıdır. Bu duyarlı penis çok çabuk uyarılabilir ve boşalma, birleşmeye geçildiği anda bile olabilir.Bundan dolayı sünnetsiz erkekler evlenecek çağa geldiklerinde sık sık bu deri parçasını geriye çekmeli ve penisin uç kısmının aşırı duyarlılığının azalmasını sağlamalıdır. Sünnet olan bir erkek smegnria adı verilen kaygan maddenin birikmesiyle oluşan iltihaplanmadan korunmuş olur. Penisin ucundaki deri parçası, özellikle uzun olursa, baş kısmı sertleşme sırasında bile serbest kalamaz, bunun sonucunda da penis uyarılmalara karşı hemen hemen bütün duyarlılığını yitirir. Bu tip erkeklerin hangi dinden olursa olsun, sünnet olması gerekir.Erken boşalmanın ruhsal yönünü pek küçümsememek doğru olur. Bunun nedenleri bir uzman doktor tarafından gün ışığına çıkarılmalıdır. Bütün yaratıkların içinde, yalnızca insanın sahip olduğu çok duyarlı ruh hiç kuşkusuz ki, insana kusursuz bir armağandır. Fakat gerektiğinde bunu değiştirmek için çaba göstermelidir.Erken boşalmanın çeşitli nedenleri vardır. Gençlik çağında yapılan kendi kendini tatminden duyulan suçluluk duygusu, boşalma anına kadar süren aşırı okşamalar, cinsel birleşim açısından kendine güvenmede yetersizlik, anormal kadınlara karşı duyulan yakınlık, evliliğe karşı düşmanlık duygularının beslenmesi, cinsel istekler ile gebelik korkusu ya da dini yasaklar bu nedenler arasındadır.Erkek kendi veya eşinin cinsel isteklerini yerine getirmek istemesine karşın, içinde ters yönde hareket eden bir duygu uyanır. Erken boşalma, kadının cinsel bakımdan soğuk olmasını doğurabileceği gibi, bunun tersi de olur. Erken boşalma, cinslerin birbirlerini iyi tanımaları ve birbirlerine güven duymalarıyla önlenebilir. Fakat tek tedavi yöntemi bunun nedenini saptamak ve onu ortadan kaldırmakla olur.